"Bilinçli oy" ve "İstikrar" bilmecesi

Üç dört yıl önce şimdi bakanlığı konuşulan bir hanım öğretim üyesi ile konuşuyorduk. Kendisi bana mevcut iktidarla çalışılamayacağından, bunların bir menfaat şirketi gibi çalıştıklarından şikâyet etmiş; son anda siyasete girmeme kararının isabetli olduğunu ifade etmişti. Şimdi bakıyorum görüşleri yüzde yüz değişmiş. 22 Temmuz 2007 Genel Seçimlerinde bilinçli oy aldıklarından, 2002’de ise; AKP’ye tepki oylarının verildiğinden bahsediyor. Bu nasıl bilinçli bir siyasi tercih ki; işsizliği, yoksullaşmayı, yakın çevre yolsuzluklarının, PKK’nın önünü açan yasa değşikliklerinin ve terörü azdıran şartların sebebini iktidarda görmeyip AKP’ye %46 rey verebiliyor? Bu nasıl bir bilinç ki; iç ve dış politikadaki başarısızlıkları, pasifliği, vurdumduymazlığı iktidara fatura edemiyor? Gurur ve haysiyetimizi kırıcı beyan ve saldırılara karşı cevap vermekten kaçınanlara oyunu verebiliyor. Reyi ile Türk yerine Türkiyeli tercihini onaylıyor. Üretimi dışlayan tüketimi tahrik eden bir anlayışı, milli menfaatlerle çelişen özelleştirmeleri cazip görüyor. Demek ki halkın muhtırası denen şey buymuş!

Bu nasıl bir bilinçli siyasi tercih ki; yapılan anketlerde haklı olarak %92 ABD aleyhtarlığı çıkarken, Ortadoğu’da ABD politikalarının taşeronluğuna soyunan bir iktidar %46 oy alabiliyor. Seçmen, bazı iktisadi menfaatler ve hediyeler uğruna reyini verebiliyor. Ben merkezli hale getirilen seçmen, toplum menfaatlerinden uzaklaşmış, milli davalara yabancılaşmış ve komünizmin bir tehlike olmaktan çıkışıyla tehdit anlayışı değişmiş, tehlikeyi boşveren, tehlikesizliği esas alan bir eğilime sürüklenmiştir.

Vakıflarıyla ve askeriyle işgalci ve emperyalist ABD, bizzat AB ülkelerini bölen  -İspanya ve Belçika örneklerinde olduğu gibi- Brüksel, yaygın destek sonucu  tehdit kabul edilmemektedir. BOP’u hayata geçirecek malûm Ortadoğu haritasına direnen tek ülkenin İran olduğu ABD Dışişleri Bakanı tarafından açıklanıyor. Demek ki bu iktidar ve onu destekleyenler, Lozan’ı rafa kaldıran ve Türkiye’yi ufalayan o haritayı da onaylamaktadırlar. Aslında, Lozan’ın 84. Yıldönümünde ne Sayın Başbakandan ne Sayın Dışişleri Bakanından bir açıklama duyduk; ne de TRT başta olmak üzere birçok yayın kuruluşu Lozan’dan bahsettiler. Demek ki utanıyorlar ve Lozan’ın altında eziliyorlar. 2007 Genel Seçimlerinin sonuçları ister istemez “Söz milletin mi, yoksa söz cüzdanın mı?” sorularını devam ettirecektir. Bazı gerçekleri bilmeden rey verdi diye vatandaş suçlanamaz. Demek ki demokraside önemli bir güç kaynağı olan basın ve yayın kuruluşları, toplumu ülke çıkarları doğrultusunda aydınlatmak yerine; kendi menfaatleri yönünde şekillendiriyorlar. Türkiye’nin sorunu sermaye güdümlü hale gelen basındır. Basının önemli bir bölümü bundan dolayı iktidarın yıkama yağlama servisi gibi çalışmıştır. Seçmenin oyu üzerinde adeta ipotek kurulmuştur. Fikir ve düşünce hürriyeti zedelenmiştir. Siyasi tercihler demokratik olmayan bir şekilde şartlandırılmıştır. Bu dayatma demokratik midir? Toplumu geren, milli çizgide olan her kurumla kavgalı olan bir siyasi kadro, bugünlerde yanlışını anladığı için örtü değiştirmektedir.
22 Temmuz 2007 Genel Seçim Sonuçları, milli mücadeleden doğan milli devletimize ve Cumhuriyete intikam duyguları besleyen ve rövanş alma arzusu duyan her gayrimilli çevreyi iştahlandırmıştır. Bazıları bunu I. Cumhuriyetten II. Cumhuriyete, milli devletten yeni Osmanlıcılığa geçiş için bir kilometre taşı olarak görmektedirler. Vatandaşın reyine konan ambargo ve dayatmalar demek ki yanlış kanalları açmış; hür, serbest seçim ve demokrasi yara almıştır.  Bu gelişme istikrar mıdır; yoksa istikrarsızlığın önü mü açılmaktadır? Bizim anladığımız istikrar; milli mutabakatların ve orta sınıfın güçlenmesi, etnik ırkçılık yapılmaması, yatırım - istihdam artışı ve reel gelişmeye dönük milli gelir artışıdır. Dış borcu gelir kabul etmemektir. Irak’ın kuzeyinde iş almış yakın çevrenin işinin bozulmaması istikrar değildir. Tarım perişan edilirken yakın çevre çocuklarının  ithalata soyunmaları, tır ve deniz ticaret filolarına sahip olmaları istikrar mıdır? Devleti dışa borçlandırdık, daha sonra da vatandaşı iktidara borçlandırdık ve reyine ambargo koyduk. “Aman borçluyuz, işimiz bozulmasın” diye iktidarı desteklemek ve rey kullanmak da istikrar değildir.

Yazarın Diğer Yazıları