Ben de içime sindiremiyorum

Daha önceki yazılarımdan birinin başlığında  “cehaleti çığırtkanlıkla örtemezsiniz” diye yazmıştım. Bugün bu teşhisimin ne kadar doğru olduğu son olaylarla bir kez daha ortaya çıktı. Emin Çölaşan olayından sonra sıranın Bekir Coşkun’a gelmesini zaten bekliyorduk ama bunun birinci elden bir saldırı olacağını ne yalan söyleyeyim ummuyordum.
Başbakan’ın Uğur Dündar’la yaptığı söyleşi sırasında kullandığı deyimin de ne amaçla ve kimler tarafından söylendiğini bilmediği ortaya çıktı. Genelde “Ya sev ya terk et” diye kullanılan bu terim aslında siyasi tercihler için değil, milliyetçilik için söylenir. Yani bir politikacıyı sevmiyorsan ülkeyi terk et demek değildir bu söz. Bu söz ülkesini milletini sevmeyenlere karşı kullanılır.
İlk kez bu söz Vietnam savaşı sırasında çıkmıştı. Daha sonra bizde de Milliyetçiler tarafından Türkiye’ye karşı düşman PKK’lılar için kullanıldı. Sonuçta bu sözleri sarf edenler politikacıları kabul etmediklerini vurgulamalarına karşı ülkelerini seven kişilerdi. Ve hep öyle oldu. ABD başkanları için bu söz çok kullanılır. Mesela Başbakanımızın kadim dostu Bush için çok sık kullanılırken demokrasisini örnek aldığımız bu ülkede Amerikalıların, kamera önünde ve gazetecilere “o benim başkanım değil” sözünü sarf edişine çok tanık oldum. Ama hiç bir zaman bu söze muhatap olanların kalkıp bu kişilere tepki gösterdiğini görmedim.
Ne hikmetse AKP yanlısı gazeteciler hemen durumdan vazife çıkararak “Erdoğan o amaçla değil bu amaçla söyledi” gibi savunmaya geçtiler. Doğru; aldıkları parayı hak etmeleri gerek. Oysa hiç biri, son yıllarda adalet ve hukuku, eşitliği uygulayan, onurlu ve namuslu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e hakaret edilirken gıklarını çıkarmadılar; aksine olayları ve hakaretleri körüklediler.
Cehalet böyledir işte. Ama bu ne ilk ne de sonuncu olacak. Bizim halkımız hakaret edilmek veya sümsüklenmekten hoşlanıyor sanki. Anasına, askerine hakaret edilmesine aldırmadılar, onlardan yana çıktı. Varsa yoksa Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray, ya da manken sohbeti. Lafa gelince bizden maçosu yoktur. Attık mı mangalda kül bırakmayız ama ne içte ne de dışarıda mangalımız ve külümüz kaldı.
Baksanıza, seçim meydanlarında ortalığa yiğitlik dersi verip ip atanlar. attıkları iple kendilerini asmaya başladı bile. Unutulan şey, kendilerine o partiyi desteklemeyen büyük bir kitlenin de oy verdiği gerçeği. Şimdilerde benim gibi o partiye oy verenlerin çoğu da ampul takımının ayak izlerini takip eden bu siyasi gruba oy verdiklerinden çok pişman. Acaba akıllarındaki nedir anlamak mümkün değil. Ama idam sırasında son sözü sorulan Temel hesabı “bu bize iyi bir ders oldu”.
Güneydoğu Anadolu’da yaşanan asker kayıpları, Irak’taki Amerikan işgal kuvvetlerinin sayısına ulaşmış ama kimsenin umurunda değil. Ölen onların oğulları değil ya, ne gam ne kasavet. Onlar Çankaya’ya çıkaracakları adamın çabası içindeler. Türkiye kuruyormuş, çölleşiyormuş kime ne? Zaten ülke yönetimi Araplaşmış; şimdi de Türkiye, aynı Arap toprakları gibi çölleşiyormuş farkında bile değiller. Türkiye kültürü ile coğrafyası ve iklimi ile de Araplaşıp değişiyor. Tedbir alan yok. Aynı, para sıkıntısı içinde Cumhuriyetin kazançlarını satarak hovardaca harcama örneği, şimdi de ülkenin iklimini hayatını geleceğini değiştiriyorlar. Kusura bakmayın ama ben de bunun bir parçası olmak istemiyorum. Belki siyaseten veya anayasal olarak istediklerini yapabilirler ama ben bunları kabul etmek zorunda değilim ve olmayacağım da. Evet, Abdullah Gül benim de Cumhurbaşkanım değil. Kusura bakmayın ama Abdullah Bey, içim sizi Cumhurbaşkanı olarak kabul edemiyor. Tayyip Bey ben de mi gideyim ne dersiniz?

Yazarın Diğer Yazıları