İdeoloji ve "Sinan ahlakı"

Önce bir cevabımız olacak.
“Bırakınız devletleri, solucanın bile ideolojisi vardır”  demiştik,  “Abartma, solucanın ideolojisi mi olur?” diyenlere, diyoruz ki:
“- Evet, solucanın da bir ideolojisi vardır. O ideoloji de asgariden, solucanın hayatını ve neslini devam ettirmek istemesi ve bunu gerçekleştirmek için de bütün sebeplere sarılmasıdır. Bir solucan bile hayatta kalmak ve neslini sürdürmek için bütün sebeplere sarılırsa bir devlet ayakta ve hayatta kalmak için nasıl olur da her türlü sebebe sarılmaz. İşte devletin ayakta ve hayatta kalmak arzusu, aslında ideolojidir!”
Devlet ve milletler Mimar Sinan’ın mesleğine gösterdiği saygı ve gelecek nesillere duyduğu merhamet kadar kendi varlıklarına saygı ve sevgi duymaz ve istikbâldeki evlatları için bir Sinan kadar mesuliyet hissetmezlerse, yani ’ideolojisiz yaşarlarsa’ tarihten silinirler.
Aşağıdaki satırlar elektronik posta ile geldi ve bizi çok etkiledi:
“Bir Mimar Sinan eseri olan Şehzadebaşı Camii’nin 1990’lı yıllarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir inşaat mühendisi, caminin restorasyonu sırasında yaşadıkları bir olayı  TV’de şöyle anlatmıştı:
“Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı.
Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz İnşaat Fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşa edildiğini öğrenmiştik fakat taş kemer inşası ile ilgili pratiğimiz yoktu.
Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık. Sonuç olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalıp çakacaktık. Daha sonra kemeri yavaş yavaş sököp yapım teknikleri ile ilgili notlar alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık.
Kalıbı söktük.
Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik  bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık. Şişenin içinde dürülmüş beyaz bir kağıt vardı. Şişeyi açıp kağıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu.
‘Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum.’ Koca Sinan mektubuna böyle başladıktan sonra o kemeri inşa ettikleri taşları Anadolu’nun neresinden getirttiklerini söyleyerek izahlarına devam ediyor ve ayrıntılı bir biçimde kemerin inşasını anlatıyordu.
Bu mektup bir insanın, yaptığı işin kalıcı olması için gösterebileceği çabanın insanüstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı, modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, yapı tekniğinin değişeceğini bilmesi, 400 sene dayanacak kağıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir. Şüphesiz bu yüksek bilgiler de o koca mimarın erişilmez özelliklerindendir. Ancak erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhteşem olan 400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.
Fazla söze gerek var mı?
Sinan her işinde böyleydi. Hepimiz her işimizde “Sinan gibi” olsak, olabilsek Türkiye böyle mi olur, dünya böyle mi kalır! Siyasetimizde, ticaretimizde, tahsilimizde, her nefes alışımız ve verişimizde önümüzdeki yüzyılları, hatta ebediyeti düşünemez miyiz!
“Günü kurtarmayı”  değil de “gelecek nesilleri”  düşünerek adım atan ve nefes alan herkes aslında  “ebediyeti”  düşünmüş olmaz mı? Ve hangi dünyalık için ebediyet feda edilebilir, böyle bir şey hangi akıllı insanın, insanlar topluluğunun, hangi milletin, tarih şuuru olan hangi devletin bir tercihi olabilir!
Ve  “günü kurtarmak”  için kendini tasfiye eden bir devlet, Cennetmekân Sinan’ın Şehzadebaşı Camii kadar dahi ömürlü olabilir mi? “Sinan ahlâkıyla ahlaklı”  Osmanlı 22 milyon kilometrekareye hükmetti ve fakat  “günü kurtarma ahlakıyla”  davranmaya başladığında önce çözülüp sonra darmadağın olmadı mı?
Biz hataları mı tekrarlamak, yoksa başarıları mı yenilemek zorundayız?
Ne dersiniz!

Yazarın Diğer Yazıları