Ülküdaşım, kardeşim Mehmet Akif Çöktü...Ağabeyim, ustam ve dostum Şakir

Benim azîz gönüldaşlarım, 1979 yılı 29 Mayıs’ında  “İstanbullu”  olmak üzere Topkapı’daki Trakya Otogarı’nda otobüsten inişimin üzerinden tam 28 yıl 2 ay 1 gün geçmiş...
O günlerde rahmetli amcam Ahmet Kabaklı hocamızın yakın çevresinde, onun  “gönül ve ülkü iklîminde”  tanıma bahtiyarlığına eriştiğim insanlar arasında  “Kafalılar”  da vardı. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi’nde o sıralarda Doçent olan Mustafa Kafalı ile İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarında edebiyat derslerine giren eşi Sevgi Kafalı; tıpkı Necmettin - Meral Hacıeminoğlu ve Rıfat - Sevinç Çokum çiftleri gibi; yüksek tahsil veya  “sürgün”  derdiyle İstanbul gurbetine düşmüş fakir fukara Anadolu çocuklarına, Ülkücü, Milliyetçi, Muhafazakâr gençlere hem hocalık, hem de ağabeylik ve ablalık yapan, hepimizle gerekirse gariban sofraları ve fikirler paylaşan, müşterek dertlerimize çâreler bulmaya çalışan ve gönlümüzde de büyüyen nice güzel insanın güzel örnekleriydi... Bu  “gül gönüllü - çelik irâdeli” insanlardan, bu dâvâ büyüklerimizden, hatta akran ülküdaşlarımızdan ve kardeşlerimizden bazıları, şu fâni dünyada bizleri yetim ve öksüz bırakarak, ilimleri ve haysiyetleriyle ebedî âleme, Cenab-ı Hakk’ın huzuruna yürüdüler...
Üstad Yahya Kemal Beyatlı’nın mütâreke yıllarını ve Rumeli’nden Cihan Devleti’nin yaralı kucağına sancılı kaçışı, muhaceratı anlattığı  “1918”  adlı  “ağıt şiir” in o 2 mısraı, şimdi içine düşürüldüğümüz hazîn vaziyete bile bakınız nasıl da tamı tamına tercüman oluyor:
 “Ölenler öldü, kalanlarla mustarip kaldık. / Vatanda hor görülen bir cemaatiz artık...”

Akif ah Akif!..
İşte o günlerde bizim dertleşme fikirleşme sohbetlerimizin  “Sümeyye can bacılarından”  biri Güzin Çöktü idi... Gençlik yıllarımızın  “ak buğday benizli Asenası” , Edebiyat Fakültesi öğrencisi Güzin, Sevgi Kafalı ablamızın, dolayısıyla hepimizin kız kardeşi, Ender Gökdemir ağabeyin ifadesiyle  “Bacım Sultanı”  idi. Düşünüyorum da daha sonra Ali Şîr Nevaî ve Yeni Uygur Türkçesi üzerine çalışmalar yapan ve unutulmaz hizmetler yapan Güzin Tural Çöktü’yü Hakk’a uğurlayalı neredeyse 10 ay olmuş.  “Gözünü budaktan sözünü dudaktan esirgemeyen o korkusuz Türk Milliyetçisi” nin acısı yüreğimizi yakmaya devam ederken, “Afrika’larda, Avrupa’larda sürgün çilesi çektiği”   için adını çok işittiğimiz ama kendisini yıllar sonra tanıdığımız küçük kardeşimiz;  “Mangal Yürekli Ülküdaşımız” Mehmet Akif Çöktü de bizleri acılara gark ederek göçüp gitti Allah’ımızın (cc) huzuruna...
Ne gaflettir ki geç öğrendim Akif kardeşimin  “kalp ağrısı”  şikâyetiyle tek başına gidip yattığı hastane sedyesinden kalkamayışını... Mehmet Akif Çöktü  “desinler için”  değil  “Allah, İslâm, Türklük, devlet, vatan ve millet için yaşayan”  bir güzel adamdı. Öz yurdunda, hatta çilesini çektiği Türk Milliyetçiliği dâvâsında garip yaşadı, kimileri tarafından parya muamelesine tabi tutulmak istendi. Yakından biliyorum ki çok kırıldı ama nefsi için asla eğilmedi. Oğlum Ahmet Burak’ın  “Gerçek Ülkücü ve Amca”  bilerek Akif’in elini öpmüş olması benim tesellimdir.
Oğlu Niyazi ile kızı Almıla’nın daha çok küçük yaşta olmaları acımızı katmerliyor elbette... Kıymetli eşi Leyla hanımefendiye Sevgi Kafalı ablamıza, Aksakalımız Prof. Dr. Mustafa Kafalı hocamıza ve Çöktü ailesine sabr-ı cemil, sevgili Akîf’e Cenab-ı Hakk’tan rahmet niyaz ediyorum...

Şakir Süter...

Ya Şakir ağabey!.. Evet, işte o günlerde Tercüman’ın Cevizlibağ’daki binasında, Yazı İşleri’nde tanıdığım, meslekte kendisinden genç olan bizlere ağabeylik yapan, öfkesi saman alevi gibi parlayan, şefkati hiç ama hiç eksilmeyen ustamız... Ama hepsinden önemlisi o kendisini tanıma bahtiyarlığını yaşadığım 28 yıl öncesinden beri fikirdaşım, ülküdaşım değildi ama samimiyetinden asla şüphe etmediğim dostumdu benim...
Dost... Kolay kazanılmıyor dostluklar... Dost dediğin kavi olacak, yiğit olacak, sadece kendine ve sana karşı değil, cümle âleme karşı dürüst olacak. Günü geldiğinde kavga da edeceksin, küseceksin de dostunla... Ama dost bildiğinden incinmeyeceksin, incitmeyeceksin... Zor günlerinde yanında olacak, yanında bulacaksın...
Şakir Süter dürüst adamdı, dost adamdı, yiğit adamdı. Dostluklarında bile inatçı adamdı... O, Rumelili ana babanın Bergama’da doğmuş,  “efelenmeyi” de, saygıyı ve sevgiyi de hakkıyla becerebilen  “delikanlısı” ydı... Fikirdaş değildik ama kafalarımız  “demokrasi, vicdan ve Türklük zemininde”  uyuşuyordu...
Şakir Süter, kalemini satmayan, menfaati için asla kalem oynatmayan bir usta gazeteciydi. O bazen belli etmeyi beceremese de onur abidesi eşi Gülsüm hanımefendiyi ve biricik oğlu Barış’ı çok ama çok seven eşsiz bir aile babasıydı. Daha birkaç ay önce, e-muhtıranın hemen ertesi akşamı, Barış’ın nikah kokteylinde, yakalandığı amansız hastalık umurunda bile değildi... Barış ve sevgili gelini Gözde’yi bağrına basarken dünyanın en mutlu insanıydı Şakir ağabey... Kelebekler gibi uçuyordu...
Ve Şakir ağabey de uçup gitti... Allah (cc) gani gani rahmet eylesin, mekânı cennet olsun... Gülsüm yengeye, Barış’a, Gözde’ye, Süter ailesine ve kalemini satmamış, satılmamış, tıpkı Şakir Süter gibi çok kırılmış ama eğilmemiş bütün meslektaşlarımıza başsağlığı dileklerimi arz ediyorum.
Hayırlı Cumalar...

Yazarın Diğer Yazıları