İnanç sömürücülerinin başarısı

Milli kültürlerini, toplumun kültürüne hakim kılamamış milletlerin ve devletlerin baş düşmanı inanç sömürücüleridir. Toplumlar bu yanlışlıkların cezasını, zafer sarhoşluğunun geçtiği, kısa bir zaman diliminden sonra hissederler ve yaşam boyu çekerler.
Ankara Ulus Meydanındaki ilk Meclis Binasının balkonundan Cumhuriyetimizin onuncu kuruluş yıldönümünde  “-Türk Milleti zekidir, Türk Milleti çalışkandır”  diyerek haykıran Büyük Kurtarıcı’nın ve etrafındaki kadronun derli toplu kılık kıyafetini, doksan yıl sonra bugünkü Çankaya salonlarında artık göremiyorsanız, sizler de benim gibi düşünüyorsunuz demektir.
“Milli benliği bulunmayan milletler, başka milletlerin avıdır”  diyen Büyük Bozkurt M. Kemal’in makamındaki görüntülere ben artık tahammül edemiyorum. Günlerdir bu çirkinliklerden kurtulmanın veya tahammül hududlarının genişletilmesinin yollarını arıyorum. Utanarak ve yüzüm kızararak söylüyorum ki; Türkçü Elçibey, kardeş Azerbaycan Cumhuriyeti’nin başında olsa idi, vatandaşlığımı değiştirebilirdim. Fakat inanç sömürücüsü yobazlar Türk Dünyasının kapılarını da yüzlerimize iyice kapattılar. Türk kimliğini münakaşaya açan köksüzler Devletimizi temsil edenlerden oldu.  “Türk” kavramını  “Türkiyeli” olarak değiştiren, icranın başına geçti. Cumhuriyetimizin kuruluşundan seksen yıl sonra Milletimizin kimliğini değiştiriyorlar. Federal yapıya dönmeye ve TCK’nın 301. maddesini silmeye çalışıyorlar, iki dilli eğitime yol açıyorlar ve genç Cumhuriyetimizin geleceğini kilitleyerek, Ilımlı İslam devleti projesinin sürecine sürüklüyorlar.
Yazımın başındaki ifademi tekrarlayarak  “Milli Kültürlerini, toplumun bütününe hakim kılamamış milletlerin ve devletlerin baş düşmanı inanç sömürücüleridir” diyorum ve Türklüğün Değerleri’ni öğrenmek isteyenlere de dostum R. Oğuz Türkkan ’ın  “Biz Kimiz?”  adlı kitabını okumalarını  öneriyorum.
Sayın okurlarım,  “çok yaşayan değil, çok gezen bilir”  diyen bir sözcüğümüz vardır. Şükürler olsun ben, hem çok gezdim hem de çok yaşadım.
Tam yarım asır önce İran’ın başşehri Tahran’ın turistik semti Derbent’te on gün konuk oldum. Lüks bir hayat yaşadım. Otelde ve şehir hayatında o güne kadar görmediğim ve henüz bizde olmayan seviyeli uygulamaların muhatabı oldum. O tarihler de İstanbul Hilton Oteli bile işletmeye açılmamıştı. Bizler, büyük spor organizasyonlarındaki kafileleri, Gümüşsuyu Caddesindeki Teknik Üniversitemizin yatakhanesinde ağırlardık. Hiç unutmuyorum; o tarihlerde tuvalet kağıdı kültüründen mahrum olduğumuz için yabancı misafirlerimizin ihtiyacını karşılamak amacı ile, gazete kağıtlarını uzun uzun keserek çivilerle tuvaletlere çaktığımı hatırlıyorum. O günleri yaşamayan sizler için bunlar, inanılması güç anılardır.
İşte, beynelmilel emperyalist güçler, son yıllarda bugün de yakından tanıdığımız metodlarla, Rıza Şah Pehlevi’nin yönetimindeki İran’ı, yurt dışında hazırladıkları Humeyni’ye teslim etti.
Tanrı Türk’ü Korusun.

Yazarın Diğer Yazıları