Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Yavuz Selim DEMİRAĞ

Yavuz Selim DEMİRAĞ

7 Ekim duyguları

Sineması, gecesi ve de doğru düzgün romanı bile yazılmamış, yitik kuşak için 7 Ekim tarihinin anlamını hatırlayanlar kaldı mı diye düşünmeden edemiyorum. Yakın çevremde bile  “Nerenin Kurtuluş Günüydü. Yoksa birinin doğum günümüydü”  diye soranlar oluyor. Bu yıl Ramazan’ın son pazarında adını verdiğim şehitlerin mezarına OKS kursu yüzünden oğlum Erdem’i götüremedim
Ankara Yenimahalle’de 20 yılı geçkin süredir devam eden gelenek her yıl daha da kalabalıklaşarak devam ediyor. Saçları sakalları ağaran ülkücüler 7 Ekim’de darağacına çekilen Mustafa Pehlivanoğlu’nun mezarı başında buluşurlar. Oradan Ali Bülent Orhan’a uğrarlar. Yavuz Turhan, Murat Uğur, Ercüment Yahnici ve 1980’den önce gül bahçesine girercesine toprağın kara bağrına verdikleri ülküdaşlarının kabirlerinin başında fatihalar, yasinler okurlar. 7 Ekimin serancamını bozmamak için bir çoğu annelerinin, babalarının yakındaki mezarlarına gitmeyi arefeye, bayram gününe ertelediler. Aylardır, hatta yıllardır iş güç gayilesi yüzünden görüşemeyen, ateşten günlerin silah arkadaşları, asker ocağında buluşmanın heyecanını yaşadı aynı anda. Başta romatizma ağrıları olmak üzere, şeker illetinden, kalp damar rahatsızlığından şikayet ettiler birbirlerine. Bir çoğunun ortak endişesi aralarından bu yıl kimin eksildiğini öğrenmek oluyordu. Trafik kazası, kalp krizi, kanser sebebiyle bu yıl hangi eskimeyen arkadaşlarını yitirdiklerini öğrenmenin yürek sızısını yaşadılar ama 7 Ekim’de darağacındaki infazındaki acısı kadarı kimseyi bu kadar sarsmamıştı. 7 Ekim 1980’den bu yana koca 27 yıl geçmesine rağmen beyaz mermer taşında  “Mustafa Pehlivanoğlu öldü, vatan sağ olsun”  yazısı yüreklerine nakşedildiği için, sağ olan vatan nakaratını sessizce terennüm etmekten bıkmıyorlardı.
Çoğunluğu yirmili yaşlarda kahpe kurşunlarla vurulmuş genç bedenlerin üzerini örten topraklarda güller olsa da, mevsimin etkisiyle kurumuş otlar temizlendi. Yılların etkisiyle solmuş isimlerin üzerinden ressam titizliğiyle boyalar tazelenmişti. O saçları dökülmüş, gözlük numaraları artmış, dik omuzlarının arkasında kamburları belli olan insanların gayretleri görülmeye değerdi. Her biri derviş huşusuyla kabirlerin önünde hizmet yarışına girmiş ama birinin diğerini geçmek gibi bir niyeti yoktu. Gözleri sık sık yıllardır bugünü organize eden ağabeyleri, hapishane arkadaşlarına yöneliyor, onun kar beyaz olmuş sakalları arasında kaybolmakta olan dudaklarından çıkacak olan söze kulak veriyorlardı. Siyaseti askıya alıp gönül adamlığını tercih ederek ülküdaşları arasında  “elçi” görevini yüklenen Mahir Damatlar için de vefanın pırıl pırıl yandığı kısık gözleriyle akşamki iftarı hatırlatıyordu eskimeyen arkadaşlarına.
Yıllar önce piknik tüpü üzerinde başlatılan iftar menemeni tenceresinin günün birinde çayocağında, kahvehanelerde yetmeyeceğini tahmin edemeyen Mahir Abi, kendi elleriyle hazırladığı menemen kazanlarını son yıllarda fırınlarda pişirtiyor.
Yenimahalle polis karakolunun karşısı yeni nesiller için neyi çağrıştırır bilmem. 30 yıl öncesinin büyük ülkü derneği önündeki küçük parkta bizim nesil, yavuklularıyla hiç buluşamadı. Sevgilinin ay parçası yüzüne, kömür karası gözlerine bakmak, ellerinden tutmak cesaretini hiç birimiz sergileyemedik. Masaları, bankları kırık ağaçları çiçekleri bakımsız Yenimahalle polis karakolu karşısındaki parkta  “Ülkü denen nazlı gelin” e aynı anda aşık olan bizim mahallenin, bizim çocuklarını bugün görmeliydiniz. Gazete kağıtları üzerine serilmiş, menemen tepsisinden çıkan buhar, plastik tabaklardaki zeytin ve hurma ile Ramazan pidesinden oluşan sofraya öyle bir bakışları vardı ki anlatılmaz. Bizim mahallenin kadirşinaslığı yalnızca yaşanır, yazılamaz. Kimimiz üniversitede doçent, profesör olmuş, kimimiz baba mesleği esnaflığa devam ediyor. İşçi, memur olanlar emeklilik günlerini sayıyor. Oğlunu evlendirip, kızını gelin eden ağabeylerimize  “Dede”  diye takılmadan edemiyoruz
7 Ekim’de ipe çekilen duygularımızın boğazımızı sıkışından kurtulmak için iftar sofrasında, dost atmosferinde derin nefesler alıp rahatlıyoruz. Sofrada siyasetin alfabesi bile konuşulmuyor. Hiç birimiz zikretmesek de ortak paydamız, vefanın birbirimizden esirgenmemesi yönünde.
Daha birkaç gün önce Anayasa Mahkemesi kapısında beraat ettiği halde, göz pınarları dolu dolu  “Vefayı vefasızlığı aynı anda yaşadım” diyen Koray Aydın’ın sözleri kulaklarımda çınlıyor.
Vefası olmayanın imanı yoktur. Bu bayramı vesile kılıp, eski silah arkadaşlarımızı, tertiplerimizi, ülküdaşlarımızı arayıp şehitlerimizin, gazilerimizin en önemlisi yetimlerimizin ziyaretlerini ihmal etmeyelim.
Ülkü ile kalın

Yazarın Diğer Yazıları