"Anakronik" iktidar

Anakronizmin tam lügat anlamı; tarih ve zamanlama hatası! Dünle- bugün çelişkisi ve bir bakıma, “zamanla çelişkili” bir durum! En basit örnek; Türk filmlerinde Fatih’in bileğinde Rolex saat görünmesi... Fakat şimdi, asıl misal ve tehlikeli bir zamanda, yanlış bir İktidar! Bu gerçek, şu sırada gittikçe anlaşılıyor... Anlaşılıyor ama, bu açmazdan çıkış yolu yok gibi! Demokratik prosedür devam ettiği takdirde, AKP en az 9 yıl iktidarda kalacak gibi! Sonunda da, ortada, bizim bildiğimiz manada “Türkiye Cumhuriyeti” kalmayacak! Bu kâbustan nasıl uyanacağız-kurtulacağız?
Paradoks -çelişki- vahamet şu ki; bizler için karabasan olan bu tehlikeli durum, AKP için “karabasan” değil, rüyalarının gerçekleşmesi!
Referandum, türban yasağının kaldırılması, Anayasa değişiklikleri, bu amaca giden yollar. Ancak, en tehlikeli güzergâh, Güneydoğu süreci!
Aylardır Güneydoğu’dan, her gün onlarla şehit ve sayısı tutulmayan,  yaralı, malul gazi geldikçe, Başbakan Erdoğan “otomatik” olarak, aynı klişe “başsağlığı mesajları” yollamakla yetindi... Arada sırada da, “bu kanlar yerde kalmayacak” nakaratı tekrarlandı.

Nihayet...

Son günlerde PKK, arka arkaya otuz askerimizi, korucuları ve sivilleri, alçakça öldürünce Erdoğan, ülkedeki infial karşısında, nihayet celallendi, PKK’ya destek veren Amerika’ya “Nereden inceldiyse oradan kopsun” diye meydan okudu. “Onbinlerce kilometre öteden gelip Irak’ı vururken, kimse kimseden izin almadı” dedi. Çok doğru; bunu, bizler hep söyledik, yazdık ama Sayın Erdoğan “ipin, iplerin çok inceldiğini” ancak şimdi mi anladı? Sorarlar: Siz, şimdiye kadar, PKK ile  mücadele etmek için, Amerika’dan destek almak bir tarafa, neden icazet beklediniz, “eş güdüm-mutabakat” savsaklamasına neden alet oldunuz? 
Engin devlet adamlığı vizyonunuzla, ABD’nin Kürt kartı ve petrol çıkarları yüzünden, asla icazet vermeyeceğini görmediniz mi de, bugüne kadar, bu kadar vakit kaybettiniz... Bu kadar şehit veridi? Anlaşılan, kızmanız için birer ikişer değil, bu kadar şehidin birden verilmesi, icap ediyormuş! Ve şimdi “tezkere” kaldı bayram ertesine, bu haftaya! Bu da hükümetin işine yaradı, olayın sıcaklığı gitti. Bakalım, şimdi bu hayati karar -eğer geçerse- Meclisin oy birliği ile mi geçecek? PKK (DTP) milletvekillerinin olumlu oy vermelerine konumları, sicilleri engel.  Erdoğan, bakalım bu operasyona karşı olduklarını ilan eden Güneydoğulu milletvekillerini ikna edecek mi? Yoksa and içtikleri anda ihanet eden bu kişileri “halledecek”, AKP’den ihraç edecek mi?

ABD “Doğru olmaz” diyor

ABD sözcüleri, “sınır ötesi harekat doğru olmaz” diyorlar. Irak’ı, kan gölüne çevirmek, binlerce Irak’lıyı öldürmek “doğru” ama Türkiye’nin “meşru savunma” hareketi yanlış! Bu edepsizliğe, küstahlığa, en iyi cevabı Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt Paşa verdi: “Kendinizi topuğunuzdan vurdunuz. İlişkilerimiz asla eskisi gibi olamaz” dedi. Ben ekliyorum; “inceldiği yerden kopsun; çok incelttiler.” Türkiye Cumhuriyetinin varlığı Washington’un oluruna bağlı olamaz!
Ve bunlar böyle iken, bizim “bazıları” Amerika’yla karşı karşıya gelmekten, ordumuzun Amerikan yardımına muhtaç olduğundan ve Kıbrıs olayında olduğu gibi, ambargo koyulmasından söz ediyorlar. Varoluşumuz, çıkarlarımız ABD’ye mi ipotek?
Hamaset yapmıyorum; bu millet Kurtuluş Savaşında çarığını çorabını verdi. Şimdi, daha geniş imkânlarıyla, fedakârlık yapmazsa bağımsız yaşama hakkını kaybetmiş, kendi ayak seslerimizden “korkar” kendi gücümüzü bilmez olmuşuz demektir.
Bu konuda bir olaya dikkati çekmek isterim: Barzani’nin sözcüsü “Sınır ötesi harekât” ihtimali karşısında, “çok uluslu güç”  yani “BM Mavi Berelileri, peşmergeleri korumak zorunda” demiş! İç ve dış bölücülerin son azgınlıklarının maksadı, belli oluyor. Böylesine tahriklerle Güneydoğu’yu karıştırarak sorunu, uluslararası boyuta taşımak istiyorlar. O zaman, BM “mavi berelileri”  ile bizim “Mavi Bereli” komandolarımız, karşı karşıya gelecekler! Bundan sonra da “plebisit”! Gördünüz mü oyunu!
Yaşar Kemal, Kürtçe yazan romancı Mehmet Uzun’ın cenazesinde “barış gelecek” demiş. Sormak gerek; nasıl “barış” - kimin “barışı?” Yoksa Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Irak’ı bugünkü haline getiren “barış” gibi “barış” mı?
İsrail Başbakanı Ehud Olmert; “Barış için alınan riskleri, savaştaki ıstıraba tercih ederim” diyor. Türkiye varoluşu için gereken riskleri almakta İsrail’den, İran’dan daha mı aciz?

Yazarın Diğer Yazıları