Koç'un koçları

Milliyet yazarı Melih Aşık, 22 Temmuz seçimlerinde ‘Baykalcı’ gözüküp koltuğunu kapan, sonra saf değiştirip muhalif olan CHP’lilere yüklendi
Türkiye demokrasi tarihi en çalkantılı yıllarını, Türk siyasetçileri ise en çelişkili dönemlerini yaşıyor. 57. Hükümetin tasfiyesi, DSP’nin parçalanması, ANAP ve MHP’nin belli bir süre TBMM dışına itilmesine tanık olan Türk milleti, son zamanlarda da Atatürk’ün partisi CHP içerisindeki çok sesli muhalefetin ilginç eylem ve söylemlerine şahitlik ediyor. Bu çalkantılı süreç, aynı zamanda bazı siyasilerin tutarsızlıklarını açıkça ortaya koyuyor. Milliyet gazetesi yazarı Melih Aşık da köşesine işte bu çelişkilerinden birine taşıyarak tarihe dipnot düştü.
Aşık, CHP içindeki bugüne kadar “Baykalcı” gözüken siyasilerin çelişkilerini alaylı bir üslupla şöyle aktardı:   
CHP Milletvekili Haluk Koç, CHP Genel Başkanlığı’na aday olduğunu dün resmen açıkladı. İnşaat Mühendisleri Odası’nın salonunu silme dolduran kalabalığa yaptığı konuşmada seçildiği takdirde parti içi demokrasiyi işleteceği... Milletvekili adaylarının belirlenmesinde önseçimi esas alacağı ve seçimle gelen örgütlerin ancak seçimle gideceği Koç’un en fazla alkış alan
sözleri oldu.
Peki, bu sözleri en coşkulu alkışlayanlar kimler miydi?
Listeye alınmadıkları ya da alt sıralarda yer verildiği için bu seçimde Meclis dışı kalmış eski ‘Baykalcı’ milletvekilleriydi...
Ali Topuz, Bayram Meral, Fatih Atay, Şinasi Öktem gibi halen milletvekili olan isimlerin de hazır bulunduğu toplantının en dikkati çeken kişisi hiç kuşku yok ki 22 Temmuz seçimlerine kısa süre kala CHP’den istifa edip DYP’ye geçen İnal Batu’ydu. Batu, bir meslektaşımızın, siz DYP’ye geçmemiş miydiniz sorusuna şu hoş! yanıtı verdi;
“Canım o 15 günlük bir geçişti!”


Dünya değişir Birand değişmez
TRT’yi dolandırmaktan hükümlü gazeteci Mehmet Ali Birand,  felsefecilerin her şeyin değiştiğini ortaya koymak için ortaya attıkları “Aynı suda iki kez yıkanılmaz” tezini çürüttü. Çünkü dünkü yazısı Birand’ın AB va ABD sevgisi konusunda yıllardır hiç bir değişiklik olmadığını ortaya koydu. Yazısında ABD’ye sahip çıkarak  PKK konusunda gösterilen tepkileri eleştiren Birand, özetle şöyle dedi: Washington’u döverek, ABD yönetimi ve Pentagon ile kavga ederek, PKK ile etkin bir mücadele yapamayız. ABD, Irak’ı istila etmiş olan bir süper güç. Washington’un onayı ve yeşil ışığı olmadan Irak’ta askeri bir harekat yapabilmek çok zordur. Belki bir hava saldırısı, bir defalık bombardıman yapılabilir, ancak uzun vadeli bir askeri girişim sürdürülemez.


Cemal’in 301alerjisi depreşti
Milliyet yazarı Hasan Cemal’in yine 301. madde alerjisi depreşti. Diğer anti 301’ler gibi öldürülen Hırant Dink’i örnek vererek konuyu dramatize eden Cemal, köşesinde Türk milletini soykırımcılıkla suçlayan isimlerin 301’den yargılanmasının özgür tartışma ortamını baltaladığını savundu. İfade özgürlüğü ile iftira özgürlüğünü bir birine karıştıran Cemal, “soykırım vardır” diyenlerin cezalandırıldığı bir yerde ögürlük yoktur “ dedi.   “Soykırım yoktur denebiliyor. Bu konuda özgürlük var. Soykırım vardır denemiyor “ diyerek yasaları eleştiren Cemal, sözde düşünce özgürlüğüne kavuşmak için girmeyi istediği Avrupa Birliği’nde bir çok ülkenin, ” soykırım yoktur “ diyenleri cezalandırdığını ya da cezalandırmaya hazırlandığını görmezden geldi.


Sap, saman ve Vakit!..
Vakit gazetesi yine sapla-samanı bir birine karıştırıp ilginç bir haberi sütunlarına taşıdı. İlahiyat mezunu “ vurgusuyla emekli bir binbaşının ” Bölge halkı PKK’lı değil müslümandır “ sözlerini sürmanşetine taşıyan gazete, bu sözlerin içinde barındırdığı mantık hatalarını görmezden geldi. Haberiyle ” Bölge halkı ya PKK’lıdır ya da müslüman “ çelişkisine düşen gazete, bölgede yaşayan  ve vatanına bağlı gayrı müslimleri de terörist ilan etmiş oldu... 


İrfan yuvasında katili andılar
Üniversitelerimiz iyice kontrolden çıktı. Kimisi Ermeni yalanlarına, Soros oyunlarına arka çıkıyor, kimisi de  “katilleri” anma programı düzenliyor. Birgün gazetesinin haberine göre, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, cinayet olayına karıştığı için on dokuz yıl hapse mahkum edilen Yılmaz Güney’i anma programı düzenlemiş...Ne diyelim gidişat kötü...

301’in derdi “sivil toplum”u gerdi... 
Vatan gazetesi yazarı Yiğit Bulut, kuruluş amaçları dışında herşeyle uğraşan ve AB sözcülüğüne soyunan “sivil toplum kuruluşlarına” verdi veriştirdi. Milletin hislerine tercüman olacak bir yazıya imza atan Yiğit Bulut, özellikle AKP’nin iktidara gelmesiyle yıldızı parlayan Rifat Hisarcıklıoğlu’nun başkanlığını yaptığı TOBB’a yüklendi.
“Uzun süredir takip ediyorum; başını TOBB’un çektiği birçok “sivil toplum örgütü”, 301. madde ile ilgili olarak, “sürekli” Avrupa Birliği “ağzıyla” fikir yürütüyor...” girişiyle yazısına başlayan Bulut özetle şunları kaydetti:
TOBB gibi, esnafın “gerektiğinde çocuğuna ayakkabı almayarak” ödediği aidat ile ayakta duranların, önceliklerini unutup “301 derdine” düşmeye hakkı yoktur...
“Neden?” derseniz.
Konuyu açmaya çalışayım...
Sevgili dostlar, bir ülkenin ‘küçük ve orta ölçekli’ işletmeleri, ‘Gümrük Birliği’ denen bir dayatma altında, düşük kur-yüksek faiz mengenesine sıkışmış yok oluyorsa, bu yok oluşa yol veren gümrük birliği denen yapının ‘serbest dolaşım’ ve ‘fonlar’ gibi şartları AB tarafından yerine getirilmiyorsa ve en vahimi TOBB gibi bunlara “dur” demesi gerekenler, yapmaları gerekenin farkında değillerse, o ülkede küçük ve orta ölçekli işletmeler biter...
Sonuç 1: Ey sivil toplum kuruluşları ve yöneticileri; büyük sermayenin ve Avrupa Birliği’nin temsilcisi olduğunuz algılamasına kapılıp, temsil etmeniz gereken sınıfları unutmayın! Benden uyarması!
Sevgili dostlar, bu noktada konuyu biraz daha açmak ve sormak istiyorum; bugün unutulsa bile bir zamanlar var olan hatta hâlâ var olmaya çalışan ‘Anadolu sermayesi’ nedir?  Hemen tanımlayalım; ‘İstanbul surları içinde’ yerleşik olmayan, haklarını çok net olarak bilmeyen, yapılan bütün global anlaşmalarda araya sıkışan, ‘İstanbul sermayesi’ dediğimiz grup ile çıkarları örtüşmese bile; kendisini temsil etmesi gerekenler yol göstermediği için, kendisini koruyamayan ve sonuçta tasfiye edilen grup. Aynen Osmanlı’nın imzaladığı 1838 Baltalimanı Anlaşması sonrası tasfiye edilenler gibi... Peki “bu gruba neden sahip çıkılması” gerekiyor? “Küçük ve orta ölçekli dediğimiz” bu şirketler gerçekten yok mu oluyor?  Cevap çok zor değil: ‘AB ve küreselleşme’ kavramı altında içinde bulunduğumuz ticari yapı serbest dolaşamayan Anadolu sermayesi için inanılmaz bir haksız rekabet ortamını zorluyor, AB’de dolaşma sorunu olmayan büyük sanayi-ticaret çevreleri ve küresel sermaye, Gümrük Birliği’nin yarattığı bu kusuru, küresel şartların da eşliğinde Anadolu sermayesine karşı kullanıyor.
...Son söz: Gümrük Birliği’nin var olan haline karşı çıkmayan, Anadolu sermayesi için haksız rekabeti önleyici serbest dolaşım-fon desteği gibi imkânları savunmayan, onun yerine ’301’ gibi boş sevdalara kapılan sivil toplum örgütleri, kamu organları, siyasetçiler, bürokratlar, lütfen şu gerçeği unutmasın; İstanbul Boğazı’nda “her zaman binip gidecekleri bir İngiliz savaş gemisi”
bulamayabilirler...  
*  Yiğit Bulut / VATAN

GÜNÜN  SÖZÜ
PİŞmİŞ aşa su katmak istemem ama, bu hükümetin Irak’a
girmesini beklemek, rahmetli
anneannemden öpücük beklemeye benzer.
* Yılmaz Özdil/ Hürriyet

“İmamın yaptığını yapma!”
Eski imam yeni TRT Genel Müdür Yardımcısı Ali Güney’le ilgili hergün ilginç bir haber çıkıyor. Kurumun başına geçti geçeli gazetecileri malzeme konusunda hiç sıkıntıya sokmayan Güney, bu kez de yurt dışı ziyaretleriyle gündeme geldi. Sabah gazetesi yazarı Özay Şendir,  “İmamın dediğini yap, yaptığını yapma!”  diye sonlandırdığı yazısında Güney’e ilginç sorular yöneltti:
 TRT uzun zamandır vekaletle yönetiliyor.  Kurumun şu anki patronu idari işlerden sorumlu genel müdür yardımcısı Ali Güney. Güney’in imamlıkla başlayan kariyeri çok tartışıldı ama diğer merakları fazla konuşulmadı. Kurum içinden gelen bilgilere göre Ali Güney dolaşmayı bir hayli seviyor. Mesela bayramdan önce çıkılan Güney Kore seyahati herkesin dilinde.
Masraflarını TRT’nin ödediği bu gezide acaba yayıncılık konusunda ne tür faydalar sağlandı? İşin ilginç yanı o dönemde dünyadaki televizyoncuların neredeyse tamamı Cannes’daydı. Ali Güney, Cannes’daki Televizyonculuk Fuarı yerine acaba neden Güney Kore’ye gitmeyi tercih etti?  Daha komik olanı Cannes’daki fuar sırasında Güney Kore’ye giden Ali Güney’in önümüzdeki günlerde de Fransa’ya gideceğinin konuşuluyor olması. Neyse biz acil yanıt beklediğimiz birkaç soruyla yazıyı bitirelim: Bu “iş” gezisine tercüman da dahil olmak üzere acaba kaç kişi katıldı, TRT’ye kaç YTL’lik fatura kesildi? Geziye katılanlara ne kadar harcırah ödendi?  Ali Güney bugüne kadar hangi ülkeleri, hangi amaçla ziyaret etti? Yoksa Ali Güney “imamın dediğini yap, yaptığını yapma” sözüne canlı örnek mi olmak istedi?
* Özay Şendir / Sabah

 

Halef ile selef arasındaki farklar bulundu!..

Yazarın Diğer Yazıları