Oyunu görelim

Osmanlı, vatandaşlarını müslim ve gayri-müslim şeklinde bir ayırıma tâbi tutmuştur. Cumhuriyet yönetimi de Milli Mücadeleye katkıda bulunan ve bağlılık gösteren kimseyi ne dışlamış, ne de reddetmiştir. Gerek 1982 Anayasasının 66. Maddesinde, gerek 1924 Anayasasının 88. Maddesinde “vatandaşlık bağı” nı milli kimlik olarak kabul etmiştir. 1924 Anayasasında “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur” denmiş; 1982 Anayasası aynı şekilde insanlarımızı kucaklayarak  “Türk Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür”  ifadesine yer vermiştir. Burada hukukilik ön plânda olmasına rağmen, mensubiyet şeklinde bir kültürel belirleyicinin de hesaba katıldığı görülmektedir.
Türk vatandaşlığı Türk soyundan olanlar ve olmayanlar ayırımı yapılmaksızın bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına atfedilen yasal ve siyasi bir statüdür. Kimseyi dışlama veya ötekileştirme söz konusu değildir. Yeter ki; bazıları kendi kendilerini ötekileştirmesin. Türkiye herhangi bir ayırım yapmamış, çoğu dış etkilerle ve Türkiye’nin iç dinamiklerinden oluşmamış Güneydoğu’daki bazı  isyanlara ve ayaklanmalara, Milli Mücadeleyi kırma hareketlerine karşı her devletin yapması gerekeni yapmış, milli devletin ve hukuk devletinin gereğini yerine getirmiştir. 
Kürt asıllı bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının mensubu olduğu milli devletin milliyeti, siyasi ve ekonomik çıkarlarını koruması, kollaması, paylaşması vatandaş olmanın bir gereğidir. Ortadoğu’da Hamasla El-Fetih’i, Şii ile Sünni’yi çatıştıran gücü görelim. Oyunu fark edelim. Kürt ile Kürtçü’yü ayıralım. Etnik taassup bizi topluma ve millete kapanma anlamını taşıyan dar bir etniklik koridoruna sokabilir. Modern etniklik  bu değildir. Milliyetle etnisiteyi rakip gören bir anlayış ilkel etnikliktir (primitive ethnicity).

Milli Mücadele ve kurulan Cumhuriyet iki ayrı millet, iki ayrı devlet için yapılmamıştır. Türk Milli Devleti izinle kurulan bir kavimler ittifakı olmamıştır. Sosyal ve kültürel bir mensubiyet şuuruyla, katılma ve paylaşmayla ortak iradenin şekillenmesidir. Milletleşme de boy, kabile, aşiret, etniklik taassubunun aşılarak milli seviyede ortak paydalara ve milli kültür anlayışına varmaktır.
Milli ve üniter devletin ortadan kaldırıldığı, fertlerin neden ve niçin bir arada bulunduklarını fark edemedikleri bir durumda demokrasinin ve demokratik hakların, laikliğin tartışılması da çok teorik kalır. Demokrasi, milli mutabakatlar, sosyal ve kültürel bütünleşme ve milli devlet anlayışı üzerinde yükselir. Demokrasinin temeli bunlardır. Demokrasi kendisiyle uyuşmayan, ırk, dil veya dine dayalı ayrılıkçılığın kamuflaj örtüsü olarak düşünülmemelidir. Toplum milletleşmeden geriye çekilip parçaların egemenliğine, boy ve kabile asabiyetine ve etnik taassuba döndürüldüğünde etnik ırkçılık ortaya çıkar ve milletleşme yara alır. Böyle bir durum demokrasiyle çelişen bir ilkelliktir. Emperyalizme el sallamaktır.

Milli devlete karşı alternatif, mahalli egemenlik alanları açmak, demokratikleşme değil; egemenliğin paylaşılması ve devridir. Hiçbir ciddi milli devlet bunu kabullenemez. Milli devlet milli mensubiyet bilinci arar. Bu, mahalli değer ve özelliklerin reddi de değildir. Farklılıklar bütünü tamamladığı ölçüde anlam taşır. Bir ülkede hakim kültür reddedilerek farklılıkların bütünü zenginleştirebileceği ileri sürülemez. Parçanın bütünü dışlaması etnik taassuptur veya “etnosantrizm” dir. Küreselleşme süreci son yıllarda etnik farklılaştırmayı ve çatıştırmayı ideolojik çatışmaların önüne geçirmiştir.
Türk, milli devletin ve milliyetin adıdır. Dün de bugün de Türk, bir etnik grup değildir. Türkü etnik grup seviyesine indirmek, Anadolu’da XI. yy.dan da önce var olmuş bir kültür ve medeniyeti egemen kültür olarak reddetmenin bir başka adıdır.  

Yazarın Diğer Yazıları