Göbek kesme zamanı

Yerli yabancı gazetecilerin, tarafların birinci adamlarından alıp yayınladığı görüşlerin tamamı; “Türkiye’nin kendi göbeğini kendisinin keseceği noktasına” geldi düğümlendi.

Başbakan, bir ayda 40 şehit verilmesi üzerine yükselen büyük öfkeyi paylaşmak için “kendi göbeğimizi kendimiz keseriz” demişti. Tezkere’nin Meclis’te tartışıldığı sırada ise hükümet sözcüleri; “Türk Ordusu’nun Osmanlı döneminde Viyana önlerinde ve Sarıkamış’ta uğradığı bozgunları” hatırlatma gereği duyup “dikkatli olunması gerektiğini” dile getirmişlerdi. Tezkere çıktıktan sonra da devlet bakanlarıdan biri; “inşallah bu tezkereyi kullanmak zorunda kalmayız” türünden bir temenni yükseltmişti.
Sonradan anladık.
Bu temenni; “diğer güçlü göbek kesici ABD’yi” de yanımıza almamız ihtiyacından kaynaklanıyormuş. Daha ilk günden itibaren de içimizden ve dışımızdan kendilerini “kanaat önderi, fikir oluşturucu, stratejist ya da idealog” gibi sunan hep aynı ağızlar, aynı ezberi topluma aşılamaya başlamışlardı.
Haklıyız.
Ama Irak’a giremeyiz.
Girersek çok fena olur.
Batağa saplanırız.
Daha önce 24 defa girdik.
Sonuç değişmedi.

***

Tezkere çıkalı iki hafta oldu ve iki hafta; “Dikkatli olalım... Kuzey Irak bataklığına girmeyelim... Tezkereyi inşallah kullanmak zorunda kalmayız... Televizyonlara ve gazetelere sansür getirelim, her şeyi yazmasınlar... Rice Türkiye’ye gelecek... Erdoğan Bush’a gidecek...” türü bol salçalı laf ve diplomasi trafiği ile geçti.
Toplantılar!
Görüşmeler.
Telefonlar.
Gidip gelmeler.
Yerli yabancı gazetecilerin, tarafların birinci adamlarından alıp yayınladığı görüşlerin tamamı; “Türkiye’nin kendi göbeğini kendisinin keseceği noktasına” geldi düğümlendi.
Sadece nasihat var.
Türkiye’yi uyutmak.
Sanki, kendi vatanına saldırılan, askeri ve vatandaşları alçakça öldürülen, erleri kaçırılıp rehin alınan, toprakları bölünerek “Büyük Kürdistan Haritası” oluşturulan, “Eğer siz Kerkük’e karışırsanız biz de Diyarbakır’a karışırız” diye tehdit edilen, eyalet sistemi önerilen, “Celal Talabani için Celal Amca, Mesut Barzani için Mesut Amca, Abdullah Öcalan için Başkan denilmesini” isteyen ve bu üçüne birden hem devlet katında hem toplum katında resmen tanınma talep edilen ve Abdullah Öcalan’ın yattığı hapishaneden çıkartılmasını, Güney Doğu Anadolu’yu özerk yönetime kavuşturup Apo’nun da buraya genel vali yapılması beklenen Türkiye değil....
İsteniyor ki:
Türkiye buna razı olsun.

***

Türkiye buna nasıl razı olur.
Bu rızadan nasıl iyilik bulur.
Böyle bir dayatmadan “beklenen kardeşlik- eşitlik” nasıl gelir? Türkiye ordusu şu aşamada, en azından, Kuzey Irak’ta yuvalanan PKK’nın kamplarına ve merkezlerine hava kuvvetleri ile bombalama yapmazsa, kısa menzilli tanklarla girip o yuvaları imha ederek “kararlılığını ve gücünü” göstermezse, köklü, kalıcı barış nasıl gelir?
Tablo çok net:
PKK Irak’ta korunuyor.
Arkasında Barzani var.
Barzani’nin de arkasında ABD.
PKK, Barzani ve ABD üçü bir oldular, ülkemizdeki barışı tehdit edip, “Türkiye’de etnik ayrılığa dayalı bir iç savaş çıksın” istiyorlar. Durum, hızla “kendi göbeğini kendin kes” noktasına gidiyor.  l Necati Doğru / Vatan

+++++

‘Olayı şiddetle kınıyoruz!’
Ali Babacan, Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturunca, bürokratları çağırmış ve “Bana, ülkelerin dış politika anlayışları hakkında bir rapor hazırlayın” demiş.
İki gün sonra bir dosya getirmişler önüne. Bakmış, içinde tek yaprak ve üzerinde 10-15 satır yazı. Şaşırmış önce “Bu ne?” der gibi dudaklarını büzmüş, sonra okumuş.
“Suudi Arabistan’ın Riyad şehrinde, farklı ülkelerden gelen bir turist grubu, bir dinlenme yerine giderek buz gibi kola ısmarlamışlar. Kolalar gelince bardaklarında birer karasinek olduğunu fark etmişler.
İNGİLİZ, başka bir bardakta yeni bir kola istemiş.
İSVEÇLİ, aynı bardakta yeni bir kola istemiş.
FİNLANDİYALI, sineği bardaktan çıkardıktan sonra kolayı içmiş.
RUS, kolayı sinekle birlikte içmiş.
ÇİNLİ, sineği yemiş, kolayı içmemiş.
YAHUDİ, sineği yakalayıp Çinli’ye satmış.
JAPON, değerlendirilmek üzere, sineği Tokyo’ya göndermiş.
YUNANLI, kolanın yarısını içtikten sonra itiraz ederek yeni bir kola istemiş.
NORVEÇLİ, kolayı içtikten sonra bardaktaki sineği balık yemi olarak kullanmış.
İRLANDALI, sineği ezip kolayla karıştırmış ve İngiliz’e içirmiş.
AMERİKALI, 5 milyon dolarlık tazminat davası açmış. Arabistan hükümeti, özür dileyerek, 10 milyon dolar tazminat ödemiş. Bakan, gülümseyerek rapordan hoşlandığını belirtmiş.
” İyi, güzel de, bu turist grubunun içinde bizden biri yok muymuş? “ diye sormadan edememiş.
” Varmış efendim “ diye cevaplandırmışlar.
Bakan devam etmiş, ” Peki, o zaman, O ne yapmış? 
Bürokratlar birbirlerinin yüzlerine bakmışlar. İçlerinde en tecrübeli olanı, bir adım öne çıkıp, cevap vermiş: “TÜRK, olayı şiddetle kınamış.”
* Can Ataklı / Vatan

+++++

Çankaya’da ne işin var Perihan?
“SEVGİLİ” Perihan...
İster çok üşüdüğünden iki kadeh viski attırmış ol, ister keyfinden. İster kafayı bul, ister bulma. İster “Vallahi İlber ile uçağa yetişmek üzere erkenden fırladık” diyerek tanık listeleri yayınla, ister yayınlama. İster gece boyunca Çankaya Köşkü’nün soğuk resepsiyon salonunda bir sehpa kenarından ayrılma, ister sosyalleşmenin dibini bul.
İster orada gördüğün generallere, gösterecekleri toleranstan emin olmanın teminatıyla, “Ama sizler de çok militaristsiniz sayın generaller” diyerek postanı koy, ister onlardan “Ah hanımefendi! Ne kadar da yaramazsınız” karşılığını al. Hiçbiri ama hiçbiri beni zerre kadar ilgilendirmiyor.
Beni ilgilendiren şudur: Senin gibi “muhalif”, senin gibi “iktidardan uzak”, senin gibi “eyvallahsız”, senin gibi “savaşkan” bir Amazon, ipek gömleğini giyip ne diye koşarak gider ki Çankaya Köşkü’ne?
Ne yani? Abdullah Bey çok cici, Cemil Bey çok fena mı? Hayrünnisa Hanım bir ulu çınar da, Emine Hanım F tipi cezaevi gardiyanı mı?
Söyler misin Perihan?
Nasıl oluyor da yürekleri toplu atan, gayeleri bir, erekleri bir “politik ekip” içinden birileri “dünyanın en iyi politikacısı” olurken... Diğerleri “en faşizan” olarak etiketlenebiliyor?
Bir politikacının senin nazarında “iyi” olabilmesi için, kendisinin ya da eşinin “Yazılarınız bir harika Perihan Hanım” ya da “Perihan Hanımcığım size gönlümüzün saraylarının kapılarını açtık” demesi mi gerekiyor?
Bu nasıl politik tutum böyle Perihan?
Hazır, “Ben hayatta bir tek Ece’ye küfrettim” türünden sırlarını ifşa ederken, bu meseleye de bir açıklık getirsen.
* Ahmet Hakan / Hürriyet

+++++

Tebessümlerle...
Erdal İnönü esprilerinin lezzetine yeni varan bir okurumuz:
- Yahu meğerse Erdal İnönü aynı zamanda çağımızın Nasrettin Hoca’sıymış...
Diyordu notunda.. Galiba öyle... Erdal Bey’in espri yönü hayli güçlüydü. Onu sonsuzluğa birkaç esprisini daha anarak uğurlayalım...

***

Erdal Bey’e bir gün, sıcak bakmadığı halde siyasete neden girdiğini sorarlar. Yanıt mütevazıdır: - Ülkemi benden daha kötüleri yönetmesin diye!

***

Bir Anadolu turunda seçmenlerden biri seçim otobüsünün önüne atılır ve Erdal Bey’e hitaben “Ölürüm yoluna” diye haykırır. Erdal Bey cevap verir:
 “Dur, ölme. Bir oy bir oydur.”

***

Erdal Bey bir gün İstanbul’da taksiye binmiş. Şoför:
 “Sen ne kadar Erdal İnönü’ye benziyorsun” demiş.
“O benim” diye cevap vermiş Erdal Bey...
Şaşırmış taksi şoförü...
 “Yahu” demiş, “...birisi daha var. Harbiye’nin oralarda dolaşıyor. O da aynı Erdal İnönü...”  Erdal Bey hiç istifini bozmamış:
 “O da benim!”

***

SHP Genel Başkanlığı döneminde diğer sol parti liderleri ve bürokratlarla bir restorana gider. Garsonun “Bir şey almak ister misiniz, efendim?” sorusuna şöyle yanıt verir:
- Teşekkürler, biz birbirimizi yiyeceğiz...
* Melih Aşık / Milliyet

+++++

GÜNÜN SORUSU

“Acaba gazeteciler ve siyasetçiler kötü insanlar mıdır?”

* Ertuğrul Özkök / Hürriyet

+++++

GÜNÜN TESPİTİ

Rice, PKK’ya karşı Türkiye ve ABD’nin ortak mücadelesinin “iki katına çıkarılacağı” güvencesi vermiş.
Olmayan şey nasıl iki katına çıkarılacaksa...

* Haldun Ertem / Milliyet

Yazarın Diğer Yazıları