Aşkların en belalısı

Siyasetçilerin “yakın adamlar eliyle medya sahibi olma” aşkı, çok belalı ve acayip tehlikeli, mutlu sonu olmayan bir aşktır
Sabah ve atv’yi kim satın alacak?
Üç seçenek var:
BİR: Sancak-İpek-RTL Konsorsiyumu... “Sancak”, hükümete yakın Star Gazetesi’nin ortaklarından Ethem Sancak’ı, “İpek” ise yine hükümete yakın Bugün Gazetesi’nin sahibi Akın İpek’i simgeliyor. RTL de yabancı ortak.
İKİ: Çalık Grubu... Bu grubun Başbakan Tayyip Erdoğan ile güçlü ve sarsılmaz bağları olduğunu bilen biliyor.
ÜÇ: Nurol Grubu... Nurol Grubu’nun son anda ihaleden çekilme ihtimalinden söz ediliyor.
Bunun anlamı nedir?
Ne olacak?
Başbakan Tayyip Erdoğan, tuhaf bir medya aşkına tutulmuş
görünmektedir.
Oysa yakın tarih şunu göstermiştir:
Siyasetçilerin “yakın adamlar eliyle medya sahibi olma” aşkı, çok belalı ve acayip tehlikeli, mutlu sonu olmayan bir aşktır.
(Hadi meraklısı için tüyoyu verelim: Lütfen “Google” denilen bilgi denizinin içine “Korkmaz Yiğit / Türkbank ihalesi / Mesut Yılmaz” gibi sözcükler aracılığıyla giriniz ve tehlikeli maceranın tümünü
okuyunuz.)

* * *

Oysa Başbakan’ın bir “medya gücü” ne ihtiyacı mı var?
Düşünün:
Yeni Şafak ondan yanadır. Zaman da ondan yanadır. STV, Kanal 7 onun yanındadır. Kanal 24 ile Star Gazetesi de ona yakındır. Bugün Gazetesi de öyledir. Hatta Vakit bile en azından onun yüreğini soğutma performansı
göstermektedir.
Ve hepsi toplandığında hiç de küçümsenmeyecek bir medya gücü ortaya
çıkmaktadır.
Peki durum böyle
olduğu halde...
Neden ATV ile Sabah’ı da kontrol altında tutmak için olağanüstü bir gayret gösterilmektedir?
Ya da en azından dedikoduların alıp başını gitmesine geçit
verilmektedir?
 “Başbakan’a en yakın işadamları” kapsamına girebilecek ne kadar isim varsa, hepsi neden ATV ile Sabah’ın peşine
düşmüştür?
Bu durum Sabah-ATV ihalesini en azından “tartışmalı” kılmayacak mıdır?
Başbakan dün yaptığı bir konuşmada, bambaşka bir bağlamda muhalefet partilerine “ateşle oynamayın” mesajı verdi.
Ben de bu bağlamda kendisine aynı mesajı iletmek istiyorum.
*Ahmet Hakan / Hürriyet


***

Hiç şaşırmayız! 
Dışişleri Bakanı Ali Babacan’a bakarsanız “Şaşıracağımız şeyler” olacakmış!
Öyle şeyler olacakmış ki “Türkiye’de bunlarda mı oluyormuş?” denilecekmiş!
Hemen açıklayalım, Türkiye’de olacak hiçbir şey bizi şaşırtmaz!
Zira biz şaşırma
hakkımızı(!) daha önce kullandık! Öyle şeyler gördük, öyle şeyler duyduk, öyle şeyler okuduk ve öyle şeyler yaşadık ki, bunlardan sonra olacak hiçbir şey bizi şaşırtamaz!
Tabir caizse şaşırma konusuna şerbetlendik!
Sonradan AKP’li eski dostlarımız(!) sayesinde her gün yeni bir şeye şaşırarak adeta şaşırma konusunda doktora yaptık!
Artık olacak hiçbir şey bizim için sürpriz olamaz, bizi
şaşırtmaz! O kadar şaşırtamaz ki, Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cohn Bendit’in söylediklerine bile şaşırmadık! Elin adamı “İstanbul’a gay başkan olabilir, buna hazır olmalısınız” diyor!
Bizim yaşadığımız şaşırmalar yanında gay başkan teklifi o kadar ufak, o kadar etkisiz kalır ki!Hele şöyle bir düşünün!
Beraber yola çıktığınız, kafa ve gönül birliği yaptığınız, birlikte ağlayıp, birlikte güldüğünüz adeta “tek kalp” ve “tek beyin” haline geldiğiniz insanlar bir gün alıp başlarını gidiyorlar!
Ve birden bire “değiştik”
diyorlar! Bizler makam ve mevkii hırsının insanlara neler yaptırabildiğini görmüş bulunuyoruz.
Hal böyle olunca yapılacaklara niye şaşalım ki? 
* Zeki Ceyhan / Milli Gazete

***

İnsanların en sevmediği icat
Her gün kullandığımız ya da bildiğimiz şeylerden aslında nefret de ettiğimiz aklınıza gelir miydi? Elbette. Bu çok doğal. Kullanıyor, biliyor hatta yararlanıyor olmak başka, onun icadından aslında mutluluk duymamak başka. BBC’nin yayınladığı aylık bilim teknoloji dergisi Focus, 4 bin 100 kişi arasında yaptığı ankette tarihin en sevilmeyen 9 icadını belirledi. İşte o “sevilmeyen” icatlar:
1- Silah: %10
2- Cep telefonu: %17
3- Nükleer enerji: %9
4- Sinclair C5: %9
5- Televizyon: %9
6- Otomobil: %6
7- Sigara: %6
8- Fast food: %3
9- Trafik radarı: %2
*Can Ataklı / Vatan


***

Terim için son yazı
Cuma günü yazdım..
Gördüm ki çoğu kişi benim gibi düşünüyor..
İddiam şu: Fatih Terim başarısız.. Milliler çok kötü futbol oynuyor.. En dandik gruptan bile ite kaka
çıktık..
Şimdi ne yapıyoruz? Milli takım niye bu hale düştü diye kafa mı patlatıyoruz..
Soruyor, soruşturuyor, sorguluyor muyuz?
Yooo..
Ne yapıyoruz?
Fatih Terim’e 800 bin YTL prim veriyoruz?
(Bu ülkede para bu kadar kolay mı kazanılıyor)
Sizce Terim bu primi hak etti mi?
Federasyona bu soru sorulmaz.. Haluk Ulusoy maçtan sonra hüngür hüngür ağladığına göre o bunu büyük bir başarı olarak kabul
ediyor..
Bosna mecburiyetten gelmiş.. Sekiz eksik adamla gelmiş.. Sahaya laf olsun diye çıkmışlar.. Yani ortada psikolojik şike var..
Bosnalılar yense veya berabere kalsa omuzlarına yıldız takılmayacak ki.. Bize ne havasındalar.. Biz olsak aynısını yapmaz mıyız?
Yaparız tabii..
Koşullar bu haldeyken bile maçı berbat bir futbolla güç bela kazanıyoruz.. Federasyon Başkanı sevinçten hüngür, hüngür ağlıyor..
Sanki Avrupa şampiyonu olduk..
Ayıp.. Günah..
Büyük bir başarıymış gibi sunup toplumu kandırmayın..
Mesele şu.. Bu topraklar artık ucuz kahramanlıkların ülkesi olmamalı.. Ne kadar başarılıyız diye kendi kendimizi övmeyi de bırakalım..
Tiyatroya son verelim..
Ortada somut gerçek var.. Milli takım iyi değil.. Bunun sorumlusu kimse çıkıp hesap vermeli..
*Mehmet Tezkan / Vatan

***

İletişim ve diktatörler
Diktatör olmanın da tadı tuzu kalmadı! Eski günlerde diktatör ne derse o olurdu. Hitler’in bir propaganda ilkesi vardı: Propaganda araçları 24 saat ve her mekânda etkisini göserecek şekilde
kullanılmalıydı.
Aynı ilkeyi Sovyetler Birliği gibi sol totaliter yönetimler de benimsedi. Sinema, gazete, radyo, televizyon, hatta daktilolar devlet denetimi altındaydı. Öyle olduğu sürece de insanların alternatif bir dünya düşlemeleri pek mümkün olmuyordu.
Ama önce radyolar, arkasından uydudan yayın yapan televizyon kanalları, diktatörlerin kurduğu bilinç tekelini bozdu. İnsanlar, kendilerine anlatılan dünyayı sorgulamaya başladılar.
Bu sorgulama, Doğu Bloku’nun ve Sovyet imparatorluğunun yıkılışında önemli bir rol oynadı.
O zamandan beri iletişim teknolojileri daha da gelişti. Cep telefonları, internet çıktı, uydudan yayın yapan televiyon kanalları yaygınlaştı.
İletişim devrimi, bir bakıma demokrasi devriminin dayanaklarıdan birisi olmaktadır.
Bunun son örneğini Pakistan’da gördük. Pervez Müşerref’e karşı gösteri düzenleyen öğrenciler cep telefonlarını ve interneti çok etkin bir biçimde kullanarak polisi şaşkına çevirmişler, mesajlarını hızlı ve etkin bir biçimde iletmeyi başarmışlar.
Pakistan’daki durum, diğer azgelişmiş ülke diktatörlükleriyle mücadele edenlere de örnek olacaktır. Teknolojik gelişmelerin diktatörlüklerin etkin örgütlemesini sağladığı doğrudur. Polis, dinleme ve gözetleme cihazlarıyla donatılıyor. Fakat, diktatörlere karşı savaşanlar da daha etkin iletişim araçları edinmektedir. Sonuçta hangi tarafın kazanacağını belirleyen pek çok başka faktör var kuşkusuz. Fakat, iletişimin rolü küçümsenecek gibi değil doğrusu!
*Türker Alkan / Radikal

Yazarın Diğer Yazıları