Vatanı cennet eylemek!

Akif’in,  “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda!”  mısralarını İstiklâl Marşımıza nakşettiği günlerde bu topraklarda fabrika bacaları tütmüyor, tarla bağ ve bahçesinde  “Market” raflarını dolduran bin bir çeşit meyve sebze henüz yetiştirilemiyor, Anadolu ile Trakya köprülerle birbirleriyle kucaklaşmıyor, geceleri şehirlerden en ücra mezralara kadar her yer milyarlarca ampulle parıl parıl parlamıyor, çamaşır onlarca marka deterjan ve yumuşatıcılarla makinelerde değil kül suyu ve el ile yıkanıyor,  “yemek yemenin” adı bile  “ekmek yemek”  oluyor çünkü  “yemek”  ne kelime  “ekmek”  bulmak bile “zenginlik”  sayılıyordu ve ona rağmen Akif,  “Cennet Vatan!”    diyordu.
Peki, doğru mu söylüyordu?
“- Vallahi doğru söylüyordu!”
O günler halkın ekseriyeti veremdi.
Yalnız kağnıların geçebildiği yollar mevsimine göre ya çamur, ya tozdu. Yoksul evleri çıra, zengin evleri gaz ile aydınlanıyor, elbiselerden bir iplik çeksen kırk yama dökülüyordu. Yüzler iki çıkık kemik, eller nasırdan ibaretti. Ölüye kefen bulmak, bir tatlıya şeker koymak her yiğidin kârı değildi. Köylünün hali vakti yerinde olanı az da olsa gaz, biraz da olsa bez ve tuz alabileni idi. Biz, haftada bir gün kurulan ilçe pazarına on haneli köyden bir kişinin köyün bütün ihtiyaçlarını satın almak için gidebildiğini, çünkü o köyde ancak bir kişinin, o günün şartları içerisinde dahi olsa insan içine çıkabilecek bir pantolonu olduğunu bizzat bunu yaşayanlardan, o pantolonu münavebeli giyip pazara gidenleri dinleyerek büyüdük...
Ayakkabı mı dediniz?
Ne ayakkabısı kardeşim..
Nalın, nalın..
Akif merhumun “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda” dediği günlerde o günün Togo’su olan cızlavat marka kara lastikler henüz halkın yüzde 90’ının ayağı ile tanışmamıştı. Buğdayların boyları bir karıştı ve hasat makinelerle değil tutam tutam orakla biçiliyor, sapla saman biçerdöğerle değil, cepheye mermi taşımış sarı ve kara öküzlerin Ağustos sıcağında harmanda sabahtan akşama döğeni döndürmesi ile birbirinden ayrılıyordu, ama o gün kapılar şehirlerde bile arkadan sürgülenmiyordu amma bugün çelik kapılar bile kâr etmiyor ve Akif işte o vatan için,  “Cennet vatan!”  diyordu, peki doğru mu söylüyordu?
“- Vallahi doğru söylüyordu!”
Çünkü bir mekânı cennet yapan mekandan ziyade içindekilerdir.
Saraylarda, köşklerde, bir eli yağda bir eli balda olur siz yine de cehennem hayatı yaşıyor olabilirsiniz. Belki giyecek tek elbiseniz, yemeğinizi koyacak tek kabınız ve belki de o kapta yiyecek sıcak bir çorbanız ve ayağınıza giyecek yamasız bir çorabınız yoktur amma, hayatınız pekâla bir cennet hayatı olabilir. Akif’in, “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda”  dediği o günün insanları, muzaffer insanlardı ve dinî bakımdan da kâfirlere karşı müthiş bir cihadın gazileri, şehit yakınları idiler. Onurluydular, haram lokma, rüşvet ve yetim hakkına el uzatma ile tanışmamış, gavurun doları için milli değerler ile Allah ve Resulünün ölçülerinden taviz verme nedir öğrenmemişlerdi.
O insanlar cennetlik insanlar oldukları için vatan da adeta bir cennetti ve biz öyle inanıyoruz ki o günün o yoksul insanlarının yattığı kabirler de bugün  “Cennet bahçelerinden bir bahçe” dir.
Şimdi  kendimize şu soruyu soralım:
“- Biz yaşadığımız bu hal üzre ölürsek, kabrimiz cennet bahçelerinden bir bahçe mi olur?”
Bu soruya vicdan huzuru ile “İhtimal ki, evet”  diyemiyorsak o zaman nerede yaşıyor ve hangi imkânlar içersinde bulunuyorsak bulunalım, biz  “cennette değilizdir”  vesselâm.
Bir vatanın altı, yani ölmüşleri  “cennetlikler”  üstü ise  “cehennemliklerle” dolu ise, bu böyle fazla sürmez, üstteki cehennemlikler öldükçe önce toprağın altındaki cehennemliklerin sayısı da toprağın altındaki cennetliklerin sayısı eşitlenir, sonra cehennemliklerin sayısı cennetliklerinin sayısını geçer ve o zaman toprağın üstü de altı da cehennemliklerden ibaret hale gelir ki, işte o gün hesap fert fert değil, toptan görülür; tabii en doğrusunu Rabbimiz bilir.
Bizimkisi, elde fırsat varken, bir vicdan muhasebesi dâvetidir.

Yazarın Diğer Yazıları