Haydi bilin bakalım

Tanıdığımız yüzlerin, bildiğimizi sandığımız sıfatların
aslında öyle olmadığını hâlâ çözebildik mi gülüm?
Kimliklerini gizlemek için itirafçıların yüzünü estetik cerrahi ile değiştirme yasası da çıktı sayılır. İtirafçı teröristler, bir estetik operasyonla başka bir insan olacak diyorlar. Fındık burun, tavşan diş...
Güldükçe öne gelen kulaklar...
İstanbul sosyetesinin yanından geçmedikçe bence sorun çıkmaz. Çünkü İstanbul sosyetesi taa uzaktan tanır estetik cerrahinin nerelerine yapıldığını ve hatta hangi doktorun yaptığını:
“Burnunu Doktor Nazım yapmış, kalçalar Doktor İhsan Bey’in küçültmesi, memeler ithal silikon...”
Onların dışında bizler en yakınımızdakileri dahi anlayamayız, anlayamadık. “Bu kim?..”
“AKP’ye oy vermemiş çağdaş vatandaş...”
Değil işte... Yanıldık.
Tanıdığımız yüzlerin, bildiğimizi sandığımız sıfatların aslında öyle olmadığını hálá çözebildik mi gülüm?

*
“Şu kim?..”
“Yurtsever, vatanperver işadamı...”
Değiştirilmiş yüzler ülkesinde, belki de kimliğinden emin olduğumuz ve tanıyabildiğimiz sadece o estetik cerrahide yüzü değiştirilmiş itirafçılar kalacaklar.
Öbürleri?..
Bilemeyiz.
Bir bakın:
“Peki bu kim?..”
“Atatürk’ün izinde, cumhuriyetin koruyucusu, cumhuriyet devrimlerinin bekçisi, irticaya karşı yılmaz savaşçı, laik kesimin güvendiği.....”
Yine bilemediniz işte iki gözüm...

*
Ne çok gerçek olmayan yüz var.
 “Bu?..”
“Türkiye’yi yıldız gibi parlatacak ve AB’ye taşıyacak olan, ABD’ye bile kafa tutan, elhamdülillah Müslüman, hortumlamayı kesmiş, çocuklarına koklatmayan, fakir fukaranın yanında, hak ve hukuku dilinden düşürmeyen, çok değerli, iyi niyetli devlet adamı.....”
Tanıyabilirseniz tanıyın.
Kim?..
*Bekir Coşkun / Hüriyet

* * * * *

Gizli anlaşma yokmuş! 

Gizli anlaşma yok deniyorsa gizli anlaşma yoktur!
Bize göre denilmek isteniyor ki, her şey herkesin gözü önünde cereyan etti, bunun neresi gizli?
Evet, her şey herkesin gözü önünde cereyan etti!
Bir gizlilikten çok belki de anlaşmanın bazı hükümlerinin henüz açığa vurulmamış(!) olmasından söz edilebilir!
Bu görüşmelerde Amerika’nın Türkiye’ye ne verdiği açık seçik ortada!
Terör örgütüne karşı açık bir destek veriyor!
Onların bulundukları yer ve hareketleri konusunda istihbarat paylaşımı yaparak Türkiye’ye yardımcı oluyor.
Buraya kadarı herkesin malumu!
Bundan sonrası ise şimdilik herkesin değil belli kişilerin malumu!
Yani ABD’nin bu desteğine karşılık Türkiye’nin ne vereceği ya da ne yapacağı konusu herkesin değil belli kişilerin bildiği bir konu!
Bu durumu kimileri yabancı basının da yaptığı gibi “Gizli bir anlaşma” olarak algılıyor, kimileri ise Türkiye’deki iktidar gibi belli kişilerin bildiği şey gizlilikten çıkmıştır şeklinde yorumluyor!
Ve “Gizli anlaşma yok” diye cevabi açıklamayı patlatıyor.
Gizli ya da değil bir anlaşmanın olduğu konusunda ise herkes hemfikir!
Bütün mesele Türkiye’nin ödeyeceği faturaya gelip düğümleniyor!
Bunu da faturayı öderken nasıl olsa göreceğiz!
Şimdi dua edelim de ödenecek fatura terör örgütü yüzünden ödemek zorunda kaldığımız faturalardan daha ağır bir bedel olarak karşımıza çıkmasın!
Neymiş efendim, gizli anlaşma yokmuş, inanıp inanmamak size kalmış!
*Zeki Ceyhan / Milli Gazete

* * * * *

Çankaya efsaneleri

Yeni konuklarının ardından Köşk’ün viraneliği(!) konusunda yazılmadık şey, söylenmedik söz kalmadı sanıyordum.
Nazlı Ilıcak’tan öğreniyoruz ki Ahmet Necdet Sezer döneminde, süpürge, faraş, deterjan da alınmadığı için Köşk’te fareler cirit atmaya başlamış.
Anlaşılan aylar geçti; ama yeni konuklar cirit atan farelere çare bulamamış.
Hayrünnisa Hanım, Ürdün Kralı onuruna verilen davette, fareler yemek salonuna girmesin diye kapıya nöbetçiler dikmiş.
Köşk’e süpürge alınmadığına göre nöbetçi olsa olsa silahına güvenmiştir!
Allah’tan fareler o gün ortalığa çıkmadığı için bir skandal önlenmiş!
Sorulara yanıt gerek
Abdullah Gül sonrası, Köşk’ün viraneliği(!) konusunda sızdırılan haberleri yazı konusu yapıp bunların Cumhurbaşkanlığı’nın saygınlığına gölge düşürdüğünü savundum; yapılması gerekenin bir an önce restorasyon işlemlerini bitirmek olduğunu yazdım.
Haberlerin sadece birkaçına bakarsak, Sezer döneminde Köşk, o kadar bakımsız, çağdan uzak kalmış ki, yerdeki halılar kir pas içinde, internet altyapısı çökmüş, personel TV cihazlarını evlerinden getirir olmuş.
Aylardır bunlar konuşuluyor; ama Sezer ve arkadaşlarından tık çıkmıyor.
Sezer, başına silah dayansa konuşmaz anladık da ya yönetimden sorumlu dönemin Genel Sekreteri Kemal Nehrozoğlu ve yardımcıları niye susar?
Ben onlara soruyorum ve bekliyorum, Köşk’le ilgili bu iddialar doğru mu?
*Şükrü Küçükşahin / Hürriyet

* * * * *

Tarihten ibret almamış AB’ci tarihçi!

Ne acelesi var anlamak mümkün değil ama tarihçi Yılmaz Öztuna, Türkiye Gazetesi’ndeki başyazısında, “Acele edelim” diyor. Avrupalı olmanın 200 yıllık medeniyet davamız olduğunu savunan Yılmaz Öztuna, “Türk milliyetçiliğinin ulusalcılık denen dışarıya kapalı fraksiyonu sebebiyle bazı reformlarda elimiz tutuldu” diye şikayetleniyor. Ünlü tarihçiye göre “Hristiyan vakıflarına, malına mülküne, okuluna, kilisesine, papazına ve başpapazına, misyonerine ve kitabına” karşı oluşan karşıtlık AB ile aramızı bozmuş... AB’ci tarihçi hemen çareyi de söyleyveriyor:
“Bu kusurumuzu hukukî birkaç düzenleme ile ortadan kaldıralım. Çok acele edelim”
Kanuni düzenlemelerle misyonerlik melanetine serbestlik isteyecek kadar gözünü AB sevdası bürümüş tarihçinin bile tarihten ibret almadığı günlerde yaşıyorsak Allah sonumuzu hayretsin. Böyle tarihten ibret almamış
tarihçilerden de milletimizi muhafaza etsin.

* * * * *

Sen neymişsin be abi!...
Ahmet Hakan, aleyhindeki bir analizi kendine övgü ve reklamı haline dönüştürmeyi başardı. İşte o yazı:
Son günlerde medyamızda tuhaf alt üst oluşlar meydana geliyor ya...
Bir medya sitesi, “Acaba bu karambolde Ahmet Hakan’a ekmek çıkar mı?” meselesine kafaya takmış...
Ve bu medya sitemizin değerli bir elemanı, bu bağlamda bir “analiz” patlatmış...
Dediği şu:
Abdullah Gül beni sevmezmiş...
Çünkü kendisine ağır yükleniyormuşum.
Tayyip Erdoğan beni sevmezmiş...
Çünkü hoşuna gitmeyecek şeyler kaleme alıyormuşum.
Hükümetin etkili adamı Kemal Abi benden nefret ediyormuş...
Çünkü eşiyle mahkemelik olmuşum...
İslamcılar beni defterden silmiş...
Çünkü “Bizi terk etti” diyorlarmış...
 “Aralarına girmek için çırpındığım” adamlar ve kadınlar da benden hoşlanmazmış...
Çünkü benimle ilgili kuşkuları giderilmemiş...
Kısacası bu devirde bana “ekmek” yokmuş!
Çünkü devir benim devrim değilmiş!
Meseleyi olabildiğince kaba bir şekilde ortaya koysa da...
Son tahlilde...
Bu analiz, doğru bir analizdir.

* * * * *

GÜNÜN İZAHI
Ben Kim Oluyorum?
Bu fakir için, “O kim oluyor ki, bizi tenkit ediyor?..” demişsiniz. Elhak doğru söylemişsiniz, lakin siz söyleyene değil. Söyletene bakınız. O söylemiş, bu söylemiş önemi yok, önemli “olan” söylenenlerin doğru olup olmadığıdır. Bendenizin tenkitleri
ısmarlama değil, konfeksiyon işidir. Diktiğim
ceket kime tam geliyorsa onun olsun...
*Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete

* * * * *

GÜL’E GÜNÜN SORUSU
Hediyeler ne oldu?
Suudi Arabistan Kralı Abdullah, size ve eşinize ne gibi hediyeler verdi ve bu hediyelerle ilgili nasıl
bir işlem yapıldı?
*Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet

Yazarın Diğer Yazıları