Yazarların yılbaşıları

Ahmet Hakan ile Meral Tamer’in çocukluklarında yeni yıla nasıl girdiklerini anlattığı yazılar Taha Kıvanç için analiz konusu oldu

Ahmet Hakan Hürriyet’teki köşesinde ’süper muhafazakâr bir ailenin çocuğu’olarak yılbaşında neler yaptıklarını yazdı ve ’ultra seküler’dediği kesimden kendi çocukluk yılbaşılarını okurlarıyla paylaşmalarını istedi. Meral Tamer’in anılarını okudum, dün de Milliyet/Pazar’da Tuba Akyol’un notlarını...
’Süper muhafazakâr aileler’, Ahmet Hakan’ın anlatımına göre, yılbaşı gecesine hiç olmamış muamelesi yaparlarmış. Okuyalım: “Biz ailecek yılbaşına acayip karşıydık... / Çam ağaçlarının haça benzemesine kafayı takardık... / Noel Baba’nın bir Hıristiyan azizi olmasını acayip önemserdik... / Hindi yenmesinin bir ’Şükran Günü’geleneği olduğunu söylerdik... / Bizim ailemiz, zaten ’Vur patlasın çal oynasın’tarzı bir eğlenceye her daim gıcık olurdu... / Yılbaşında işin içine bir de ’Frenk adetleri’girince gıcıklık, kökten karşıtlığa dönüşürdü.
”Biz o gece... “ diye devam ediyor Hürriyet yazarı, ” Saat tam on ikide 10’dan geriye doğru sayıp ’Bir’dendiğinde birbirimize sarılıp kutlama yapmazdık. Kimse kimseye hediye vermezdi. Kırmızı evimizden içeri girmezdi... / Ne hediyesi, ne sarılması... / Bizim aile o gece, ’Aman yılbaşı kutlamasına girer’falan diye... / Normal zamanlardan daha erken yatardı... / Bizim yılbaşı maceramız böyle bir şeydi...
Milliyet’ten Meral Tamer’in yılbaşı anılarına da göz atalım: “Biz yılbaşıları mutlaka evde, apartman komşularımız ve anne tarafından yakın akrabalarımızla birlikte olurduk. Rahmetli anneciğim tavuk, iç pilav, zeytinyağlı yaprak dolması v.s. yapar, komşularımız meyveleri, akrabalarımız kuruyemişleri getirirlerdi.
Kalabalık olduğumuz için biz çocuklara ayrı masa kurulurdu. Ama yemek bittikten hemen sonra hep birlikte tombala oynardık. Annemin müthiş özeninin sonucu olarak bizim evde tombalada çıkan sayıları, bugünkü rengarenk bonbon şekerlerine benzeyen, tam sayıları kapatacak büyüklükteki yassı-yuvarlak plastiklerle kapatırdık. Kalabalık olunca renkli plastikler yetmeyeceği için beyaz kartonlar kesilirdi. / Tombala bittikten sonra isteyen fırdöndü oynardı.”
Şimdi size şaşıracağınız bir itirafım olacak: Dönüp kendi çocukluğumun ’yılbaşı’gecelerine baktığımda, neredeyse bütünü bütününe Meral Tamer’in anlattıklarına benzer uygulamalar görüyorum.
Televizyon öncesi bir nesiliz biz. Aralık/Ocak buluşması gecesi çıtır çıtır yanan sobanın ısıttığı evimizde (bazen başka komşuların evinde) buluşur, çerezler ve radyoda çalan müzik eşliğinde tombala oynardık. Bütün keyfi iki kez “Çinko” ve sonunda da “Tombala” diye bağırmak olurdu bu oyunun... Üzerinde “Bir misli al”, “Yarısını bırak” veya “Hepsini al” yazan fırdöndü oynadığımız da olurdu. Evde pişen, komşulardan gelen yemekler yenilir, saatler 12’yi vururken herkes birbirine yeni yılda mutluluk ve bereket dilerdi.
Sokaktan sürü halinde hindi geçtiğini de hatırlarım. Hindinin ’gâvur işi’bir kutlama aracı olduğunu çocukluğumda kimse bana söylememişti; paramız varsa hindi de alınır ve pişirilirdi evde. Herhalde ’süper muhafazakâr’sayılacak bir aile olmadığımız için...
Yazarların yılbaşı anılarını okuyunca şu sonuca vardım: Meral Tamer ile benim çocukluk dönemimizde, muhafazakâr - liberal aileler tarafından birbirinden farklı olmayan eğlencelerle girilirdi yeni yıla. Sorun Ahmet Hakan ve Tuba Akyol’un çocukluklarını yaşadıkları daha sonraki dönemlerde başlamış olmalı.
Tuba Akyol, çam ağacı dikilmese bile mutlaka hediye teati edilen, babaların kızlarına içki içme serbestisi tanıdığı ve daha çok ’dışarıda’kutlanılan yılbaşılardan söz ediyor. Bizim çocukluğumuzda ’dışarıda’geçirilen yılbaşı âdeti henüz başlamıştı. Bizim dönemimizde ’istisna’ olan sonradan ’norm’haline gelince, ’süper muhafazakâr’aileler buna duydukları tepkiyle yılbaşı gecesini erken
uyuma vesilesi saymış olabilirler. 
* Taha Kıvanç / Yenişafak


* * * * *


Hürriyet’ten kara kutu rötarı
Isparta’da düşen ve 57 vatandaşın ölümüyle sonuçlanan Atlasjet uçağının kara kutularının bozuk olduğunu Hürriyet Gazetesi, Yeni Şafak’tan 19 gün sonra tespit edebildi. Kara kutuların bozuk olduğunu Yeni Şafak 11 Aralık’ta okuyucularına duyururken, 12 Aralık tarihinde Hürriyet kara kutuların bozuk olmadığını iddia etti. Aradan 19 gün geçtikten sonra dün Hürriyet Gazetesi kara kutuların bozuk olduğu haberini verdi. Düşen uçakta, kara kutular olarak bilinen kokpitteki pilotların konuşması ve diğer sesleri kaydeden CVR cihazı ile uçağın teknik durumuyla ilgili kayıt yapan FDR çözüm için Almanya’ya gönderilmişti. Kara kutuları Almanya’ya götüren ekibin Türkiye’ye dönmesinden hemen sonra Yeni Şafak habercilik başarısı göstererek CVR’ın bozuk ve FDR’da da kısmi kayıp olduğunu yazdı.
Kendini tekzip etti
Yeni Şafak’ın haberinin ardından yetkililerden herhangi bir açıklama gelmezken, Hürriyet kara kutuların sağlam olduğunu duyurdu. Haberde, “Federal Uçak Kaza Araştırma Bürosu’nda yapılan ilk incelemede, kara kutu kayıtlarında her hangi bir bozukluğa rastlanmadı” ifadesi kullanıldı. Hürriyet ayrıca Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın, “Çalışmalar devam ediyor” sözlerini de “Kara kutular sağlam” başlığı ile duyurdu. Arena programının yapımcısı Uğur Dündar, iki gün önce Isparta’da düşen Atlasjet’in MD-83 uçağının kara kutularının bozuk olduğu bilgisine ulaştığını açıkladı. Dün de Hürriyet’te kara kutuların bozuk olduğu belirtildi. Böylece gazete önceki haberini de yalanlamış oldu.
* www.medyatava.net


* * * * *

Menteşeler gevşedi...
İşsizlik artıyor. Yoksulluk azalmıyor. Yönetenlerin; “kendini beğenmişlik zorlaması” artmakta olan işsizlikle, yükselen yoksullukla yeni yılda birleşince; düzenin menteşeleri gıcırdamaya başlayabilir. Eski menteşeler sarsılabilir.
Yeni yıl!
Menteşe sarsan yıl olabilir.
Çok yoksul var. Devletin resmi bilgi biriktirici ve yayınlayıcı kurumu TÜİK, geçenlerde açıkladı: Türkiye’de her beş kişiden biri yoksul. 13 milyon kişi fakir. 539 bin kişi aç. Maaşlılar sıkışıyor. Ücretliler daralıyor. Bitmekte olan bu yılla birlikte, yedinci seneyi de “ekonomisi IMF kazığına çivilenmiş” olarak bitireceğiz.
Çivili yıllar yaşıyoruz.
Ücretler çivilenmiş.
Maaşlar çivilenmiş.
Gelirler çivilenmiş.
Sadece kârlar serbest. Tekelcilik serbest. Kartelcilik serbest. Buna rağmen, nimetleri eşit dağıtılmasa da, işsiz sayısının ve yoksul insan miktarının azalmasına çare olmasa da, büyümenin sonuna gelindi.
Yeni politika gerekiyor.
İşsiz artışını durduracak.
Yoksul sayısını azaltacak.
Yeni bir politika gerekiyor.
Yeni yıl; “yeni bir politika bulma ihtiyacını” rahmi içinde taşıyarak doğurmak ve doğururken de düzenin menteşelerini gıcırdatıp sarsmak üzere geliyor. Türkiye’nin ise “sanayi politikası yok ve kuru da gerçekçi” değil. Bu yüzden, ülkeyi yönetenlerin “kendilerini beğenmişlik sınırını zorlayarak biz özel kimseleriz” diye kibirlenmelerine rağmen “cari işlemler ve dış ticaret açığı” korkunç hızda artıyor.
Bilen biliyor. Arşivlerde de var. Cari işlemler ile dış ticaret açığının büyüdüğü yıllarda düzenin menteşeleri hep sarsıldı.
1954’te sarsıldı.
1954 krizi oldu.
1958’de sarsıldı.
1958 krizi oldu.
1971’de sarsıldı.
1971 krizi oldu.
1980’de sarsıldı.
1980 krizi oldu.
2001’de sarsıldı.
2001 krizi oldu.
Benden söylemesi; “yeni yıl menteşe sarsan bir yıl” olabilir, kemerinizi sıkmaya hazır tutun.
* Necati Doğru / Vatan


* * * * *


Yola Giden Yıllar
Başlık, Zonguldaklı yazar Ali Bahadır ’ındır. Bu adı taşıyan kitabında, ülkenin en zor topoğrafyalı köşelerinden birinde sırt altından taşkömürü çıktığı için kurulan -bir kentin ulaşım çilesini- anlatır.
Bir yerinde, Anibal ’ın ünlü sözünü de anımsatarak. Kartacalı komutan ikinci Roma Savaş’ında fillerle güçlendirilmiş; 50 bin, kişilik ordusuyla Algler’in önüne geldiğinde yanındakiler bu sarp dağların asla aşılamayacağını söyleyince Anibal’ın “Ya bir yol bulacağız, ya bir yol yapacağız!” dediğini yazar tarihler. Çetin dış ve iç sorunlar ortasında zaman zaman umutsuzluğa ve karamsarlığa kapılan Türkiye’de o sözü akıldan hiç çıkarmamak gerek. Bir yol bulma, bulunmazsa da yapma azmi oldukça, aşılmaz engel yoktur.  Başkalarının öğütleriyle soran çözülmeyeceğini ve hele kendi sorunlarını çözmek için temel koşul olan bağımsız düşünceye erişilemeyeceğini görmek için ille bir Godot’nun gelmesini beklemek mi gerekir?
Öte yandan, böyle yapmayarak, içine düştüğü durumlardan kurtulmak amacıyla geçen bütün bir yıl boyunca tek başına çıkış yolu aramış bir toplumun dere tepe düz gittikten sonra bir arpa boyu yol gittiğini ve kendini yine bir AKP iktidarının hükmü altında bulduğunu, görmek de düşündürücüdür. Büyük mitinglerin yarattığı cumhuriyetçi coşkunun ardından ne oldu da böyle oldu? Kimileri 27 Nisan’ın geceyarısı “muhtıra” sına bir tepkiden söz etmekte.
Kimileri de dağıtılan kömür çuvallarıyla erzak torbalarını ya da oyların sayımında sırrı çözülemeyen elektronik oyunları gösteriyor asıl neden olarak. Oysa, bunların hepsi bir ölçüde doğru olsa da unutulmaması gereken bir gerçek var: Mitinglerde bir araya gelen toplam üç milyon insana karşılık 75 milyon nüfusu ve 43 milyon seçmeni olan bir ülkede yaşanmaktadır ve her toplum gibi tutucu içgüdüsü, ağır basan bu toplumda da cumhuriyetçi kesim bütün gücünü tek listede yoğunlaştıracak bir seferberlik havasına girmedikçe zafer umudu beslemenin anlamı yoktur.
* Mümtaz Soysal / Cumhuriyet

Yazarın Diğer Yazıları