Gerçekler ışığında

Rum liderliğinin Kıbrıs hakkındaki görüşlerini, düşüncelerini, stratejisini ve planlarını çok iyi teşhis etmekte olan Cumhurbaşkanı Sn. Talat’ın son beyanatlarına ekleyecek bir şeyimiz yoktur. Rum-Yunan ikilisi Kıbrıs’ın tümüne sahip çıkmak için başlattıkları kanlı mücadeleyi, yıllardır diplomatik alanda akıl almaz bir pişkinlik içinde devam ettirmektedirler. Bunların destekçileri  “dost ve müttefiklerimiz”  de, Türkiye’nin AB yolculuğundan yararlanarak bu süreci  “Türkiye’yi yolmak, küçültmek ve aşağılayarak Batı’ya kul köle yapmak” fırsatı olarak değerlendirmektedirler.
Görünen köy...

Türkiye’yi tam üye yapma niyetleri olmadığını çoktan açıklamış olmalarına rağmen bunu anlamazlıktan gelenler karşısında üyelik sürecini devam ettirmeyi (her iki taraf da şimdilik) yeğlemektedir.   “Ucu açık”  süreç sonuçlandığında da AB’nin Türkiye’ye  “serbest dolaşım özgürlüğü”  konusunda kısıtlama getireceği bilinmektedir. Merkel ile Sarkozy’nin beyanlarında anlaşılmayacak bir yön yoktur. Bazı AB üyeleri, Meclislerinde aldıkları kararlarla Türkiye’nin üyeliğini “Ermeni Soykırımı” kararlarına uyum şartına bağla-yacakları da  “görünen köyün kılavuz istemeyeceğine”  işarettir. Bunları da geçelim. AB, Türkiye’nin Kıbrıs meselesini  “mükellefiyetleri doğrultusunda halletmesini”  beklemektedir. Bunu üyeliğe ön şart haline getirmiştir. ABD bu konuda AB’yi desteklemektedir. Kıbrıs’ta Rum saldırganın yaptıkları 1960 Antlaşmalarının varlığını inkâra dayanmaktadır. Bütün bunlara rağmen Şubat ayında Rum tarafındaki seçimlerden sonra  “dost ve müttefiklerimiz”  BM Genel Sekreterine  “görüşmelerin başlaması için yardımcı olacaklarını”  açıklamış bulunmaktadırlar. Bunların arzuladıkları (Rum liderlerinin öngördükleri gibi) Kıbrıs’ın BM kararları çerçevesinde ve AB normlarına uygun olarak birleştirilmesidir.
Hayret ettiğimiz nokta KKTC ve T.C. makamlarının da, bütün bu gerçeklere rağmen, Şubat sonrası bir beklenti içinde olduklarını açıklamalarında ve meselenin hallini 44 yıldır engelleyen, bütün durumu Rumların lehine halleden, 1960 Antlaşmalarındaki dengeleri kaale almayan  “BM kararları çerçevesinde”  görüşmeye can atmalarında düğümlenmektedir. Bu şartlarda masaya oturmanın sonucu teslimiyettir.

Hayırlısı olsun diyemeyiz
Bunu karamsarlık nedeniyle söylemiyorum. Mal meydandadır. Bizi sürüklemek istedikleri yolda 
“BM kararları çerçevesinde” yıllarca tüm Rum liderleri ile yürümüş bir kişiyim. Yıllardır  “BM, ABD ve Garantör İngiltere 1960 Antlaşmalarına rağmen Rum idaresini meşru hükümet olarak tanıdıkları sürece Rum tarafının bizimle yeni bir ortaklık kurmak ihtiyacı yoktur” şeklindeki değerlendirmelerim sayfaları doldurur. “KKTC’yi asla tanımayacağız”  diyenler, eli kanlı suçlu tarafı  “meşru hükümet”  addedip onu Antlaşmaların yasağına rağmen AB üyesi yapan  “dostlar” bizi  “işgal altında yaşayan azınlık”  olarak  “hükümetimiz”  ile sözde  “eşit şartlarda” masaya oturtacaklar ve  “görüşmelerin selâmeti için”  Türk askerinin  “azaltılmasını”  veya  “adadan çıkmasını”  istemeye başlayacaklar. Silâhlanmakta olan Rum-Yunan ikilisi de işte  “bu uzlaşmayı”  beklemektedir. Hayırlısı olsun demek şansımız olmadığına göre yapılması gereken tek şey vardır, o da masaya oturma şartlarını  “dostlarla”  görüşmek ve görüşmelerin, 1974 Cenevre toplantısında da vurgulandığı gibi  “Kıbrıs’ta Kıbrıs’ın tümüne şamil bir hükümet olmadığı”  esasından hareket ederek ancak Çek ve Slovak benzeri bir sonuç için görüşülebileceğini sağlama bağlamadan masaya oturmamaktır. BM kararlarının bugünkü durumla (hele iki ayrı referandumdan sonra) uzaktan yakından bir bağlantısı yoktur. AB ise, KKTC’nin var olduğunu ve Kıbrıs’ın ancak Çek ve Slovak modelinde olduğu gibi AB’nin damı altında birleşebileceğini (Türkiye’nin tam üyeliğine bağlı olarak) kabul etmedikçe  “görüşmeler faslı ile”  ilgilenmemeli  “Kıbrıs Üyemiz” dedikleri Rum idaresinin koruyuculuğundan vazgeçmelidir.

Yazarın Diğer Yazıları