Kültür değerlerimize sahip çıkalım

İnsanların ilgi alanları farklı farklıdır. Bazıları gazetelerin önce spor sayfasına bakar, bazıları haberleri okur, bazıları da siyasî yorumları inceler. Fikir ve sanat adamları ise daha çok kültür-sanat sayfaları ile ilgilenirler.
Süreli yayınlar üzerinde çalışanların, özellikle de edebiyat araştırmacılarının çok iyi bildikleri üzere, gazetelerde değerini yitirmeyen hatta zaman geçtikçe kıymeti artan yazılar kültür ve sanata dair yazılardır. Bugün için flaş bir haber yarın hiçbir şey ifade etmeyebilir. Aynı şekilde, akşam yazdığınız siyasî bir yazı sabah aktüalitesini kaybedebilir. Ama kültür-sanata dair konular öyle değildir. Yüzyıllar ötesine ancak kültür ve sanatla ilgili yazılarla ses götürebiliriz. Siyasî yazılar belki taraftar kazandırabilir, ama bize öncelikle geçmişten alacağı güçle geleceği inşa edecek bilgili, kültürlü nesiller lazım. Böyle bir nesil de şüphesiz millî ve manevî değerlerle yoğrulmuş kalem mahsulleri ile yetişecektir. Dolayısıyla kültür, sanat ve düşünce yazılarına daha fazla ağırlık vermemiz gerektiğini düşünüyorum.
Milletleri ayakta tutan din, dil, örf, âdet gibi kültürel değerlerdir. Maalesef son yıllarda bu değerlerimizi hızla yitirmeye başladık. Her şeye ekonomi penceresinden bakan malum çevrelere anlatmakta güçlük çeksek de manevî değerlerini kaybeden milletler başkalarına yem olmaya mahkûmdurlar. Avrupa Birliği’ne doğru hızla ilerleyişimiz bu tehlikenin ayak sesleridir.
Peki, ne yapmalıyız?..
Öncelikle neyi kaybettik, onu bilmeliyiz. Yetmez, nerede kaybettiğimizi de bilmeliyiz. Nasrettin Hoca misali, evde yitirdiğimizi sokakta aramaya kalkarsak sittinsene arasak bulmamız mümkün değildir.
Biz başta din anlayışımızı yitirdik. Daha düne kadar bizim için din şekilden ziyade bir ruhtu, bir uygulama idi. Müslüman olmak demek dürüst olmak demekti. Beytülmale el uzatmaktan daha büyük günah düşünülemezdi. Kul hakkı denilince akan sular dururdu. Alın teriyle kazanılmayan her şey haram sayılırdı.
Ya bugün? Şairin ifadesiyle:
Üç-beş kendini bilmez maskara elinde İslâm
Kuşa dönüp tanınmaz duruma geldi vesselâm.
İslâm dini birtakım mekanik hareketlerden ibaret değildir. Tahsildara vergi öder gibi kılı kırk yararcasına hesaplanıp verilen bir zekât, zekâtın hikmeti teşrîiyyesine ne ölçüde uyar bilmem.
Yunus Emre:
“Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahı elin yüzin yumaz değil.”
derken ibadetin arka planında insanlara faydalı olmanın, diğer bir ifade ile gönül kazanmanın yattığını ne güzel ifade etmiştir. Hz. Peygamberimiz “Sizin en hayırlınız insanlara faydalı olanınızdır”  buyurmuyor mu?
 Bizim Müslümanlık anlayışımız Ahmet Yesevî’den, Mevlana’dan, Yunus Emre’den, Hacı Bektaş Velî’den süzülüp gelen bir anlayıştır. Bu anlayışın adına ister Türk Müslümanlığı deyin, ister  Anadolu Müslümanlığı, ister gönül Müslümanlığı... Bizim için önemli olan zarf değil, mazruftur. Biz bu mazrufu (anlayışı) kaybettik, onu bulup cemiyete hâkim kılamazsak korkarım Batı’ya koltuk değneği olmaya devam edeceğiz... 

Yazarın Diğer Yazıları