A. Hakan kime yakın

“İki Hanımefendi arasındaki 8 fark” başlıklı yazısı hürriyet gazetesi yazarının kime yakın olduğunun cevabını açık seçik ortaya koyuyor.

Hatırlayacaksınız, geçen hafta Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, iktidara yakınlığı ile bilinen 5 gazeteciyi, “Kim kime yakın?” başlıklı yazısında kaleme almıştı. Bu yazı ile Yenişafak’tan Fehmi Koru’nun, Star’dan Mustafa Karaalioğlu’nun, Zaman’dan Ekrem Dumanlı’nın, Sabah’tan Salih Memecan ve Ergun Babahan’ın Başbakan Erdoğan’a mı, yoksa Cumhurbaşkanı Gül’e mi yakın
olduklarını, tercih yapmak durumunda kaldıklarında kimin yanında duracaklarını irdeleyen Ahmet Hakan yeni bir analiz daha yaptı. Memleketin “First Lady” lerini mercek altına alan Ahmet Hakan, Emine Erdoğan ile Hayrünnisa Gül’ü mukayese ediyor. İşte Ahmet Hakan’ın kime yakın olduğu sorususunun cevabını bulabileceğiniz, “iki Hanımefendi arasındaki 8 fark” başlıklı yazısı:

BİR Emine Hanım, mahallenin “Perihan Abla’sı” dır...
Aldatılan milletvekili eşleri, partili kocalarından şiddet gören kadınlar, geçim darlığına düşen eski “Milli Görüşçüler” falan... Hepsi ama hepsi “Aman derdimize bir çare” diyerek Emine Hanım’ın kapısını aşındırırlar... Hayrünnisa Hanım ise “Muhafazakar” yönü kuvvetli bir Madam Bovary’dir... En büyük sosyal projesini şöyle bir cümle açıklar: “Whasington’un en ünlü restoranında öyle bir sipariş veririm ki herkes afallar!” Yani iyi bir restoranda verilen iyi bir siparişin bir tür “davaya hizmet” olduğunu düşünür Hayrünnisa Hanım...
İKİ Hayrünnisa Hanım açısından “Abdullah Bey’in imajı” mühim bir sorundur... Bunun için titizlenir... Abdullah Bey’e rağmen müdahale etmekten kaçınmaz... Emine Hanım’ın ise “Tayyip Erdoğan’ın imajı” diye bir derdi yoktur... Neden acaba? Herhangi bir müdahalenin yapaylığa yol açacağını düşündüğünden mi, yoksa “Bu hali gayet iyi” dediğinden mi? Yanıtını bilmiyorum...
ÜÇ Emine Hanım modern olduğunu ya da olmadığını kanıtlamak için parmağını bile oynatmaya gerek duymazken, Hayrünnisa Hanım modern hayatla uyumunu “İstakozlu makarnaya asla hayır denilmez” havasıyla kanıtlamak ister gibidir.
DÖRT Emine Hanım’ın bir iddiası yoktur... “Dekorasyonda çok iyiyimdir” ya da “Türbana yeni bir form kazandıracağım” gibi iddialı yaklaşımlardan kaçınır... İddiasızlığıyla etkilemek ister... Hayrünnisa Hanım ise baştan sona bir iddiadır... Bütün çabası “O da bir türbanlı ama bildiğiniz türbanlılardan değil” algısını yerleştirmek içindir.

BEŞ Emine Hanım “İçeriye yakın, dışarıya uzak” tır, Hayrünnisa Hanım “Dışarıya yakın, içeriye uzak” tır.

ALTI Hayrünnisa Hanım’da bir tür “Ahmet Hakan’laşma eğilimi” göze çarpmaktadır... Bunu “Konut” un aşçılarını “Beğendi dışında yemek bilmiyorlardı” diye suçlamasından ya da yakın arkadaşlarının başı açık kadınlardan oluştuğunu kamuoyuna gururla duyurmasından çıkarabiliriz... Emine Hanım ise “Mahallesinin alışkanlıkları” ndan hálá çok memnundur... Bu açıdan Tayyip Erdoğan’a da pek bir benzemektedir.

YEDİ Emine Hanım boş vakitlerini vitrin bakarak geçiren bir alışveriş hastası değildir. Bu yüzden ne “Louboutin” bilir, ne de yüzde yüz yerli “Nursace” den çakar... Hayrünnisa Hanım ise markaların hepsini pek iyi bildiğinden, “Kırmızı tabanlı ayakkabıları” ile önce “Louboutin” imajı verir, ardından da “Ne ’Louboutin’i! ’Nursace’canım! Yüzde yüz yerli” sonucunun çıkmasına neden olarak puan kazanır...
SEKİZ Hayrünnisa Hanım, bir “Cumhurbaşkanı eşi” ne kadar “bağımsız kadın” olarak takılabilirse o kadar bağımsız kadın olarak takılmak isteğiyle dopdoludur. Emine Hanım ise hálá “Her başarılı erkeğin arkasında mutlaka bir kadın vardır” şeklindeki demode yaklaşımı benimser...    
* Ahmet Hakan / Hürriyet

+++++

Sansürlü medya
Türk basınında sansür var mı? Bu soruya hem evet, hem hayır cevabı verilebilir. Kanunen, hukuken sansür yoktur ama gazetelerin içlerinde böyle bir şey vardır. Birkaç yıl önce Ahmet Altan bir yazısı yüzünden kapı önüne konulmuştu. En yeni misal Emin Çölaşan’dır. Hepsi için söylemiyorum ama bazı İslâmî gazetelerde yaman bir sansür uygulaması vardır. Tamer Korkmaz Zaman’dan niçin uzaklaştırıldı? Dinî bir cemaat tarafından çıkartılan büyük bir günlük gazetede hiçbir muhalif yazı, yorum, haber basılmaz. Gelen paşam, giden ağam...
Yine başka meşhur ve güçlü bir Müslüman gazetesinde bir köşe yazarı Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü aleyhinde bir paragraf yazabilir mi? Ya yazı sansürlenir, temizlenir, yahut sayın muharrir kapı dışına konulur.

Bendeniz üç ay müddetle Zaman gazetesinin genel yayın müdürlüğünü yapmıştım. Bu müddet zarfında hiçbir yazarın, yorumcunun yazısına müdahale etmedim. Benim yazımla Fehmi Koru’nun yazısı üçüncü sayfada yayınlanırdı. Bazen görüşlerimiz birbirine zıt olurdu... Gazete dediğin çok sesli olmalı. Zaman’ın başına bendeniz geldiğim vakit eski kadro toptan istifa etti. Sadece Fehmi bey kaldıydı. Ali Bulaç ile o zaman görüştüğümüzde “Ağabey, yazmaya devam edersem benim yazılarımı sansür edeceksiniz...” demişti. Ona; “Hayır yazılarına hiç karışmayacağım, sadece sen kendini sansür veya kontrol edersin...” cevabını vermiştim.

Adnan Menderes zamanında olduğu gibi şimdi de iktidara bağlı bir pembe basın kuruluyor. Bu bir tekelleşme ve kartelleşme hareketidir. Hayırlı bir şey midir? Değildir. Medya gibi büyük, çok büyük bir güç mutlaka olumlu muhalefet yapmalı, uygunsuz işleri ve icraatı kamuoyuna duyurmalıdır.
Müslümanların çıkarttığı gazeteler, dergiler, işlettiği televizyon ve radyolar muhalefet konusunda herkese örnek ve model olmalıdır. Dinimiz yalakalığı, meddahlığı, şişirme övgüleri kötü görür.
* M. Şevket Eygi / Milli Gazete

+++++

Cumhuriyet
Oktay Akbal

Üç Kuruşluk Ceza!

Başbakan, mahkemece “üç kuruş” ödeme cezasına çarptırılmış!..  Çok öfkeli, “Kimse benim özgürlük alanıma giremez. Ben Başbakanım. Neymiş.. birisine ’sayın’demişim. Hukuk bu kadar zedelenmemeli.” İster istemez aklıma geldi, Başbakan’ın bazı gazetelere ve yazarlara açtığı davalar ve bu davalardan aldığı tazminatlar... Ki onlar üç beş kuruş da değil, on binlerce YTL idi.
Yalnız Başbakan mı, açtığı davalar sonunda yüklü tazminatlar alan?.. Şu ünlü Milli Eğitim Bakanı bile birkaç yıl önce benden beş bin YTL almıştı! ’Softa’sözü ettiğim için kırk bin YTL istiyordu, mahkeme beş bine indirmişti... Ankara Belediye Başkanı gazetecilerden, özellikle Emin Çölaşan ’dan aldığı tazminat paralarıyla Ankara’da ev aldığını da açık açık söylememiş miydi?..
AKP’lilerin güzel bir alışkanlıkları var; kendilerini eleştiren bir yazı mı çıktı, avukatlarını hemen mahkemeye koştururlar, iyi kötü bir şeyler kazanırlar!..
Bu kez tersi olmuş.. Başbakan’ın şehitler için ’kelle’, Öcalan için de ’sayın’deyimlerini kullanması suç sayılmış. Adalet de Başbakan’ı ’üç kuruş’ceza ödemeye mahkûm etmiş... Tayyip Bey’in öfkesi bundan!..
Kendin, açtığın davaları kazanıp milyonları elde ettiğinde adalet çok iyi, başarılı.. ama sen üç kuruş ödemeye mahkûm edildiğinde durum daha başka!..
Üç kuruşu ödeyecek mi, ödedi mi? Çok değerli üç kuruş, ama Başbakan’ın yaklaşık dokuz bin YTL aylığından çıkacağı için çok değerli.. ne de olsa Başbakan parası!..
Biz yazarları, gazetecileri yüklü ödemelere mahkûm ediyorlar.. ama Başbakan’ı yalnız ’üç kuruş’a!.. Bu da bir değer ölçüsü, sana bu kadar yeter demek, ne demekse! 

**

Bir söz vardır, yerli yersiz kullanılan: “Sen kaç paralık adamsın?” AKP döneminde sıfırlar atıldı, milyarlar milyon, liralar kuruşa çevrildi. Eskiden, “Falanca Bakan benden kırk milyar istiyor” diye övünürdük, liralar kuruş olunca dava açan da, mahkûm olan da küçümsenir oldu.

Yazarın Diğer Yazıları