Eski radyo ve eski tiyatrolar

Tiyatro sevgim otuzlu yılların sonuna dayanır. Biri, benim aktör olmak hevesimin, kursağımda kaldığını yazmış. Külliyen yanlış, çünkü bu konuda hiç istidadım olmadı! Ömrümde üç defa sahneye çıktım: İlk defa altı, yedi yaşımda iken, İngiliz okulunda “Alis Harikalar Diyarı” oyunlarında. Sevgili dostum Şiar Yalçın, “sivrisinek” ben “istiridye” ve sonra “Fareli Köyün Kavalcısı”oyununda “fare” rolünde. Yıllar sonra Robert Kolej’de polisye bir oyunda, uşak rolünde! Piyes icabı sahneye girecek ve birkaç söz söyleyecektim ve konunun odağı da bu sözlerdi... Sahneye girmesine girdim, ama heyecandan -sahne korkusundan- hiçbir şey söyleyemeden çıktım! Tabii piyes berbat oldu... Ve böylelikle tiyatro hayatım da sona erdi. Ama unutuyordum: Jül Sezar piyesinde,  konuşmayan  “mızrak taşıyıcılardan” biri bendim!

Tiyatro dostlarım

Tiyatro adamı Tunç Yalman, Haldun Dormen, Gencay Gürün ve sahne sanatçısı Şirin Devrim yakın dostlarımdı... Tunç’la birlikte gazetenin davetiyeleriyle Şehir Tiyatrosu prömyerlerini kaçırmazdık! Ve oyunlardan sonra, “sahne kapısında” Gülriz Sururi’yi, rahmetli Nevin Seval’ı elimde çiçek umutla beklerdim.
Şirin sahneye ilk defa, benim yazdığım “İnsanlar Niçin Yaşarlar?” adlı ilk ve son piyesimin Kolej sahnesindeki temsillerinde, Mehpare rolünde çıktı. Alanya’da bir genç tiyatro grubu bu oyunu Mart’ta sahneye koyacak!
Ve unutuyordum; İstihkâm Yedek Subay Okulu’nda iken, bir istihkâm yedek subayının başarısına ait radyofonik bir oyun da yazmıştım... İstanbul Radyosunda yayınlanan bu oyunun prodüktörü de Hakkı Devrim’di...
Ve Bostancı’da Şaban’ın İskele Gazinosunda, rahmetli Naşit’in, Dümbüllü İsmail’in orta oyunlarından, Tepebaşı’nda Darülbedayi’ye kadar anılar...

Dil yarası

Geçen akşam Başkent Televizyonu’nda Murat Atak’ın “Dil Yarası” programında Jülide Gülizar ve Azerbaycan Bilimler Akademisi üyesi Doçent Dr. Güllü Yoloğlu arasındaki dil sohbetini izledim. Ruslar, Sovyet döneminde, Türkleri bölmek için Türk boylarına ayrı ayrı harflerle yazılan Kiril Alfabesini dayatmışlardı. Şimdi Azeriler ve Türkmenler Özbekler vs. Latin Alfabesini kabul ettiler ama, alfabelerinde bizim alfabede olmayan harfler var... Türklüğü önce dilde birleştirmek için, gönül ister ki bu farklılık da kalksın ! Tabii Türk boylarının lehçe ve telaffuzlarında  ve deyimlerinde farklıklar var... Bazı çok hoş, bazıları da başka anlamlı. Azeriler toplatıya, yığışma diyorlar plaja kumluk! 
Azerbeycan’a ilk gittiğimde, Azerbaycan Hava Yolları uçağında pilotun anonsu; “Uçağımız Bakü’ye düşmek üzeredir”, taksiye bindim, şoför sordu; “Nerede düşeceksiniz?”
Gene, bu sefer, İran Azerbaycanında, otomobille büyük bir binanın önünden geçerken ne binası olduğunu sormuştum. Şoför iftiharla “Kârhane” dedi. “Rıza Şah yaptırmıştır, parça işler.” Çevirisi; bina “fabrika”  ve kumaş imal ediyor!

*****


Dil yarası denince...

Türkiye Türkçesi öylesine yara aldı ki! En iyi Türkçe ve Türk Edebiyatını bilenlerden sevgili dostum Şiar Yalçın kitap ve gazete yazılarıyla, Hakkı Devrim köşesinin “Dil Yâresi” bölümünde, yarayı iyi edemiyorlar. Mesela en basiti; “mümkün olduğu kadar” anlamındaki “oldukça” kelimesi artık “en güzel manasında” kullanılıyor! 
Radyolar, televizyonlar arttıkça güzel, doğru Türkçe kayboluyor ve dilimiz yabancı kelimelerin istilasında! Bir kötü olan da sunucuların telaffuzu! Mesela uzata uzata  “tabuta” tâbut, kabineye “kâbine” demeleri.
Eski spikerler; Jülide Gülizar, Ülkü Giray, Can Okan, Tarık Gürcan, Baki Süha Ediboğlu, Zafer

*****


Celasun nerdeler?

Can Okan, Demokrat Parti, döneminde Radyo Gazetesini çok iyi okuduğu için, 27 Mayıs darbesinden sonra Yassıada’da 8 ay tutuklu kalmıştı, hem de benim yüzümden! O sıra radyoların başındaydım. Can “Darbeden” üç ay evvel bana istifasını vermişti. Kabul etmedim. Ben günahını Yassıada’da 9 ay kalmakla ödedim, ama zavallı Can bana kurban gitti’!

*****


ÖZDEYİŞ
“Siz Amerikalıların dehası o dur ki; hiçbir zaman, açık seçik budalaca yanlışlar yapmaz, sadece karışık budalaca yanlışlar yaparsınız ki insan bunlarda, acaba bizim anlayamadığımız bir şeyler mi var diye düşünür!” 
Cemal Abdülnasır


*****

Bir Fıkra
Eşeğin sözüne mi inanıyorsun

Hani bir Nasreddin Hoca fıkrası vardır; eşeğini ödünç isteyen komşusuna “eşek burada yok” derken, hayvan ahırdan anırır... Komşu serzenişte bulununca Hoca, asabiyetle “Bana mı inanacaksın, yoksa eşeğe mi?” diye tepki gösterir!

* *  *

Bu fıkranın da bir öyküsü var... İkinci Dünya Savaşı esnasında Türk Hükümeti, savaşa bulaşmamak için hem “Müttefikler” (İngiltere-Fransa) hem de, “Mihver Devletleri” (Almanya, İtalya) arasında, ince bir diplomasi cambazlığı yapıyor, iki tarafı da kızdırmamak için, medyayı da kontrol ediyordu. İki taraf arasında çetin bir propaganda savaşı vardı. “Amerika’nın Sesi” ve Almanca Türkçe yayınları da, bu savaşın alanı... “Amerika’nın Sesi” bu Hoca fıkrasını yayınladı; “Almanlara inanmayın” anlamında! Benim o sırada çalıştığım zamanın, Müttefikler yanlısı VATAN gazetesinde bu fıkra yorumsuz yayınlandı! Ertesi günü zamanın mutadı motosikletle gönderilen bir Basın Yayın tebliğiyle VATAN, 3 ay kapatıldı ve biz çalışanlar işsiz, parasız kaldık ama gazetenin Başyazarı Ahmet Yalman, bitmez sonu gelmez “Seyahat Notlarını” haftalık formalar halinde yayınladı. Gazetenin acil masraflarını karşıladı...



*****

Karagöz Kolleksiyonundan



* 4 Şubat 1931

 “Düyunu Umumiye” (Osmanlı Borçları) Kurumu (o zamanın IMF’si) masası etrafında yabancı temsilciler... Karagöz masanın üstüne, üzerinde 6.000.000 yazılı bir torba koymuş.
Osmanlı Borçlarının taksitinin, tamamını istiyorlarmış...
KARAGÖZ- Ey Çorbacılar, nafile çenenizi yormayın. İşte vereceğimiz budur! Biraz da ötekilerden isteyin. Bakalım metelik  alabilir misiniz?

Yazarın Diğer Yazıları