Mikrofondan duyulan

Başbakan’a sorarak “Eskileri görevden at” ve danışıp olur alarak “Yenilerini göreve al” sesleri açık mikrofondan geliyordu!

Mikrofon masadaydı.
Açık unutulmuştu.
Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a Türkiye Denizcilik İşletmeleri (TDİ) Genel Müdürü Burhan Külünk ile 4 genel müdür yardımcısının görevlerinden alınacağını haber veriyordu. Maliye Bakanı da “Bunu yapacaksanız Başbakan’a sorun ve olurunu alın” uyarısı yapıyordu.
TDİ önemli miydi?
Başbakan’a ne sorulacaktı?

* * *

Evet; “Limanları, gemileri, şehir hatları, arsaları, malı-mülkü parçalansın, parça parça özel sektöre satılsın” diye Özelleştirme İdaresi ile Maliye Bakanlığı’na devredilmiş TDİ’nin, Genel Müdürlüğü’ne 4 yıl önce iktidar partisi AKP’nin İstanbul Teşkilatı Başkan Yardımcısı’nın amcaoğlu atanmıştı. Gazeteler, “amcaoğlunun” bu göreve Başbakan’ın isteği üzerine getirildiğini yazmıştı. Ayrıca Genel Müdür Yardımcılığı’na ise annesi Emine Erdoğan’ın arabasını kullanırken İstanbul Şişli’de Türk sanat müziği sanatçısı Sevim Tanürek’i ezip ölümüne sebep olan Başbakan’ın oğlu Ahmet Burak Erdoğan’a “sekizde sekiz (8/8) kusursuzdur” raporu veren Adli Tıp Bilirkişisi Eyüp Çakmak getirilmişti.
4 yıl geçmişti.
Şimdi karar verilmişti.
Özelleştirme İdaresi’ne devredilmiş olmasına rağmen yine de sorumlu Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, TDİ’nin başından bu kadroyu almaya karar vermişti. Fakat Maliye Bakanı’nın “Söyleyin Binali’ye bu işi yapmadan önce Başbakan’a sorsun...” diye özetleyebileceğim uyarısı açık unutulmuş mikrofondan gökyüzüne yayılıyordu.
Duymak isteyene! Liman sesleri!
Gemi sesleri! Parçala sat sesleri!
Başbakan’a sorarak “Eskileri görevden at” ve danışıp olur alarak “Yenilerini göreve al” sesleri açık unutulmuş mikrofondan geliyordu!

* * *


TDİ, tam 170 yıl önce, 1843 yılında kurulmuş, Osmanlı döneminden Türkiye Cumhuriyeti’ne ulaşabilmiş “Posta İdaresi, Ziraat Bankası ve TDİ” olmak üzere üç kuruluştan biriydi. “Çapraz çıpalı arması” ile dünyada bilinen bir marka olmuştu. Hopa, Rize, Giresun, Ordu, İstanbul Salıpazarı, Kuşadası, Marmaris; Antalya, Güllük gibi limanları, İstanbul’da şehir içi deniz ulaşımını yapan Boğaz vapurları, Ankara, Samsun adlı 2 feribotu, arsaları, malları mülkleri, bankası, tanker ve kuru yük gemilerini işleten şirketleri vardı.
Devlet malıydı. Kötü yönetiliyordu. Verimsizdi. Parçaladılar.
Limanları ayrı ayrı; bankasını ayrı, şehir hatları vapurlarını, feribotlarını, kuru yük gemileri ile tankerlerini ayrı ayrı özelleştirip sattılar. Amaç limanlarda ve taşımacılıkta fiyatların düşmesi, hizmet kalitesinin yükselmesiydi.
Ne fiyat indi. Ne hizmet kalitesi yükseldi. Dünya Gazetesi’nin yazarlarından Rüştü Bozkurt, üç hafta önce köşesinde “Türkiye’nin Mermer İhracatı Sorunları” nı irdeleyen yazısında; “Biz Diyarbakır’dan mermeri Mersin Limanı’na tonu 75 dolara ancak taşıyabiliyoruz fakat aynı mermer Mersin’den Çin’in Şanghay’ına tonu 35 dolara götürülüyor” diye yazdı.
Vicdanı olan! Mikrofondaki sesi duyar!
* Necati Doğru  / Vatan



Sıkıysa..

Maliye Bakanı, iyi şeyler söylediği iddia edilen yeni YÖK Başkanı için “Sıkıysa söylemesin” dedi ya.. Lafı açık unutulan mikrofondan bütün Türkiye duydu ya..
YÖK Başkanı ertesi gün, yememiş içmemiş Maliye Bakanı’na koşmuş..
Sıkıysa koşmasın!..
“Bakana kırgın mısınız” diyen gazetecilere “Hayır” demiş.
Sıkıysa demesin!..
YÖK’ün üzerindeki noktalar kalktı.. YOK oldu şimdi..
Sıkıysa olmasın!..
* Hıncal Uluç / Sabah



Bu ne biçim yayın yasağı

Ergenekon operasyonu başladıktan sonra mahkemeden yayın yasağı geldi. Biz AKŞAM gazetesi olarak bu yasağa uymaya dikkat ederken, bakıyoruz da diğer gazetelere, maşallah hepsi Ergenekon ile özel bilgilerle dolup taşıyor. Belirli kaynaklardan haberler sızdırılıyor ve gazetelere servis yapılıyor. Bize de manşete çekilebilecek haberler gelip duruyor. Ancak yayın yasağı getirilmiş bir konuda bunlarla ne yapılabileceği sorusu bir yana, olan bitenin insan haklarına aykırı yanları da bulunuyor.
Düşünsenize; bazı insanlar evlerinden toparlanmış, sorgulamaya alınmışlar. İlk önce 24 saat avukatla görüşme yasağı ve sonra da yayın yasağı getirilmiş. Daha dava açılmamış ve suçlamalar belirsiz.
Ortada resmileştirilmiş suçlama yok ama bu ortamda bazı kaynaklardan suçlananların mahkemesini kesinlikle etkileyecek bazı bilgi kırıntıları sızıp duruyor.
Bazıları da gazetelerinde bunları yazıp duruyor.
Biz bu oyunun dışına çıkmak istiyoruz. Yayın yasağı kararına kesinlikle uyacağız ve olayla ilgili sadece rutin gelişmeleri, örneğin; ’mahkemeye çıkarıldılar’veya ’ceza aldılar’şeklinde vereceğiz. Bunun dışında özel haber olması için bize aktarılan bilgi kırıntılarına rağbet etmeyeceğiz. Bunu legal çerçeve dışında, temel insan haklarına saygı gereği olarak da yapıyoruz.
Suçlanan insan, o suç isnadı dava sonucunda mahkeme tarafından teyit edilmedikçe bizce suçsuzdur. Eğer bizim siyasi inançlarımıza tamamen ters düşen bu insanlara bu hakkı tanımak zorundayız.
Bu evrensel bir ilkedir. Devlet istiyor diye bu ilkeyi çiğneyemeyiz.
Şunu da unutmayın; bugün onlara yarın da size...
Bir hakkı başkaları için ilkeli savunacaksınız ki; bir gün bu hakkı kendiniz için de talep edebilesiniz. * Serdar Turgut / Akşam


Başbakan’a Batı dersleri
Başbakan  Tayyip Erdoğan, “Batı’nın ilmini, sanatını almadık, maalesef değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık. Biz Batı’nın ilmini, sanatını almak için bir yarışa girmeliyiz” demiş.
Eğer Başbakan, her aklına geleni söylemek gibi bir saplantıya sahip olmasaydı...
Ya da...
“Kıymetli” danışmanları, görevlerini tam olarak yapsalardı...
Başbakan, Türk sağının en demode, en aşılmış tezini, Türk fikir hayatının sofrasına, bu kadar pervasız bir şekilde sürmezdi.
Başbakan’ın her aklına geleni söylemesini engellemek benim elimden gelmez.
Ancak...
Danışmanların yapmadıkları görevi üstlenebilirim. Hem de hiçbir ücret talep etmeden.
İşte Başbakan için derlediğim ve “Batı Meselesine Giriş” olarak da okunabilecek “Batı dersleri”.

* * *


Ders bİr Batı’nın ilmini, sanatını almak, buna karşılık ahlakını almamak ne yazık ki olanaksızdır. Ahmet Ağaoğlu’nun yüz yıl önce dediği gibi “medeniyette vahdet” diye bir şey vardır. Yani bu iş “şunu alalım, bunu almayalım” şeklinde bir “market alışverişi” ne benzemez. Alacaksan toptan alacaksın, almayacaksan toptan almayacaksın.
DERS İKİ Sizin “Batı, Batı” dediğinizin adı, 19. yüzyıldan beri modernliktir. Yani Batı kültürü, Avustralya’nın yerel kültürü gibi değildir. “Evrensellik” iddiasındadır. Kendi ahlakını üstün görür ve yeryüzünün bu ahlak anlayışına erişmesi için canla başla savaşır.
DERS ÜÇ Modernlik, oturmaktan kalkmaya, kadın-erkek ilişkilerinden adabı muaşerete kadar her şeyi belirleyen bir kültür üretir. Dahası demokrasi gibi, insan hakları gibi bireyin tercihlerinin önemli olduğu değerleri dayatır. Mesela, Batı demokrasilerinde, “Ben eşcinselim ve eşcinsel evliliği yapmak istiyorum” diyen vatandaş için bir çözüm aranır. Ya da “evlilik dışı doğan çocukların hukuki hakları için düzenleme” yapılır. “Yuh! Ahlaksızlar! Gidin işinize” falan diyen mahallenin namus bekçilerinin, bu kültür içinde yeri yoktur.
DERS DÖRT Diyebilirsiniz ki, “Bunlar bize uymaz birader! Delikanlıyı bozar.” Tamam, kabul... O zaman Avrupa Birliği rüyasından derhal vazgeçmek durumundasınız. Çünkü sizin “ahlaksızlık” olarak gördüğünüz her şey, Avrupa Birliği müktesebatının olmazsa olmaz koşulları arasındadır.
DERS BEŞ Hadi diyelim ki bir türlü ikna olmuyorsunuz ve ısrarla rezervlerinizi ortaya koyuyorsunuz... O zaman bir alternatif arayışına girmek durumundasınız. Mesela, İran gibi yapabilirsin. Ama unutmayın: Bu durumda AB’den köşe bucak kaçmak farz-ı vaciptir.
DERS ALTI Diyebilirsin ki, “Ne yani? Batı dışı modernite diye bir şey yok mu? Hani Nilüfer Göle Hoca’nın söz ettiği türden...” Doğrudur, Nilüfer Hoca, “Batı dışı modernite” demiştir. Ama sen Batı dışı modernite arayışında ya da iddiasında değilsin ki? AB’ye girmek istiyorsun yahu! Yani Batı modernitesinin tam göbeğine!
* Ahmet Hakan / Hürriyet

Yazarın Diğer Yazıları