Nihat Genç ve yüzde 47

İnsanımız hararetle, Nihat Genç’in AKP’ye oy veren yüzde 47’ye “hödük” demesini tartışıyor.
Hakaret eden de var, onaylayan da. Hatta,  “Ben de o yüzde 47’nin içindeydim, amma keşke elim kırılsaydı da, oy vermeseydim!”  diyenler olduğu gibi, “Mâdem bu memleketin okumuş yazmışı, kendini münevver, kendini entelektüel bileni yüzde 47’ye, yani demokrasinin ta kendisine ‘hödük’ diyor, bugüne kadar AKP’den nefret etmiş olmama rağmen ben de, demokrasi adına AKP’ye çalışacağım, ‘hödük’ olacağım!” diyen de var.
Genç’e inadına sahip çıkan ve Genç’i engizis
yona tabi tutanlar olarak ortadan çat diye ikiye ayrılmış olması gösteriyor ki, okumuş yazmışı ve sızıp kalmışıyla insanımızın kafası karışık. Genç’i ve pek çok insanı şaşırtan bu sonuç, bizim, aramızda en çok tartıştığımız konulardan biridir.  “Uyan Türkiye”nin yazarı İsmail Şefik Aydın Bey, “Halkın asla suçu ve kusuru yoktur, suçlu olan önderlerdir, aydınlardır, liderlerdir!” der ve Türkiye’yi bu tuzağa “Demokrasi diye diye”  dünkü müstevlilerin düşürdüğünü savunur. Demokrasi der, İsmail Bey, gerçek münevver ve vatanseverlerin elendiği ve fakat satın alınabilir, milli kültür, tarih bilgisi, vatan ve devlet aşkından uzak insanların sandık marifetiyle “yönetici” yapıldığı sistemin adıdır der, başka bir şey demez. Biz İsmail Bey’e büyük ölçüde hak vermekle birlikte fertlerin de mesuliyetleri olduğunu, Allah’ın verdiği akıl nimetini doğru ve yerinde kullanmak gibi bir sorumluluğun varlığını kabul eder,  “Çünkü” deriz, “İnsan, bu dünyaya imtihan için gönderilmiştir, Mahkeme-i Kübra’da hesabını tek başına verecektir!” Evet, biz böyle söyleriz amma halkı Sayın Genç kadar da yerin dibine batırma hakkını kendimizde bulmayız, bulamayız. Biz aslında Genç’in de tam anlamda onu anlaşılanı kastettiğini zannetmiyoruz, o bir duygu adamıdır ve Hallac-ı Mansur hesabı laflar edebilir.
Gelelim yüzde 47’nin püf noktasına..
47’den 100’e varmaya yüzde 53 kalıyor öyle değil mi?
Peki o yüzde 53’ün tercihinin doğru olduğunu söyleyebilir miyiz?
Türkiye’nin, Müslüman Türk halkının, yedi düvele karşı Milli Mücadeleyi vererek mazlum milletlerin kutup yıldızı olmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin kanseri, dünkü müstevlilerine hayran olması, kendi eli ile başına bir Batı yuları geçirip, yuların ucunu Haçlı-Siyon ittifakının eline vermesi yani Milli Mücadele ruhuna yani Hz. Muhammed(s)’e, yani Mustafa Kemal’e, yani Çanakkale Şehitleri ve Mehmet Akif’lere ihanet etmesi değil mi? Yani ABD kuklası, AB’nin mandası olması değil mi, bu milletin başına gelen bütün felâketlerin neş’et noktası? Peki yüzde 47’inin dışındaki yüzde 53’ü temsil edenlerle yüzde 47’yi temsil edenler arasında ABD ile stratejik ortak olmak ve AB’ye kapıkulluğunu bir devlet politikası olarak benimseme noktasında zerre fark var mı?
Yok!..
Maalesef yok!..
O zaman yüzde bir ikilik bir oranı istisna tutup milletin tamamına hödük diyemeyeceğimize göre! Evet öyle söyleyemeyeceğimize göre, ne yapacağız. Tabii ki sünnetullaha sarılarak, “Onlar bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı” diyecek, bedduayı değil, duayı tercih edeceğiz. Sonra her türlü meşru sebeplere tevessül ederek ya karınca azmiyle Nemrud’un bu çok taraflı ateşine su taşımayı sürdüreceğiz ya, “Hasbiyallahü ve niğmel vekil!” diyerek, yaşayan bir Hz. İbrahim olacak, karşımızdaki babamız da olsa Hakk ve hakikatin yanında duracağız. ABD ve AB’den değil Allah(c.c.)’tan korkan, yabancı sermayenin değil alın teri ve göz nurunun hizmetçisi olan, yetim hakkı yemekten kanser olmaktan korkar gibi korkan ve adaletsiz kaldığında nefes alamaz duruma gelen Beyler yetiştirip millet vagonunu bu lokomotiflere monte edeceğiz.
Diyeceksiniz ki, bu zor..
Hiç de zor değil..
Peki neden olmuyor?
Bu sorunun cevabını görmek için de yüzümüze bir ayna tutmamız gerekiyor..
Demek ki, eksiğiz..
Demek ki henüz hak etmiyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları