Gönül kültürü

Sözlükler kültür hayatımızda önemli bir yere sahiptir. Okuyanların, yazanların, düşünenlerin kısaca aydınların başucu kitabı sözlüklerdir. Kelimeleri daha yakından tanımak, mânâ derinliklerine vâkıf olmak ve kelime dağarcığımızı zenginleştirmek sözlükler sayesinde mümkün olmaktadır. Dolayısıyla sözlüklere karşı özel bir ilgim var. Gördüğüm her sözlüğü almaya çalışırım. Ve yeni aldığım sözlüklerde ilk baktığım kelime de şüphesiz “gönül” olur.
Başka hiçbir dilde Türkçedeki zenginliğiyle “gönül” kavramı yoktur. Türkler gönüle o kadar farklı anlamlar yüklemişlerdir ki içtimâî yapımız “gönül” kavramı etrafında şekillenmiştir dersek fazla abartmış sayılmayız.
İşte size sözlüklerin “gönül” maddesinden birkaç atasözü ve deyim: “Gönül gözü, gönül dili, gönül kulağı, gönül kitabı, gönül evi, gönül Kâbesi, gönül kapısı, gönül şehri, gönül yolu, gönül eri, gönül bağı, gönül birliği, gönül terazisi, gönül yapmak, gönül kazanmak, gönülden sevmek... Gönül yapmak Kâbe yapmaktır. Gönül bir sırça saraydır, kırılırsa yapılmaz. Gönül Kâbe’dir. Gönül kimi severse güzel odur. Gönül kıran Tanrı’ya ermez. Gönülsüz namaz göklere çıkmaz...”
Milletlerin sosyal yapısını en iyi atasözleri ve deyimler yansıttığına göre gönülle ilgili yukarıda sunduğumuz atasözleri ve deyimler ışığında dünkü içtimâî yapımızı şöyle resmedebiliriz: “Gönül şehrinde oturan, gönül gözüyle gören, gönül diliyle konuşan, gönül kitabından okuyan, gönülden ibadet eden, birbirine gönülden bağlanan, gönül terazisiyle tartan, gönlü Allâh’ın evi bilen, gönül kazanmayı en büyük ibadet sayan ve nihayet gönülden seven bir  millet...”
Şimdi lütfen etrafınıza şöyle bir bakınız. Toplumumuzda sıralanan bu özelliklerden bir emare görebiliyor musunuz? Heyhât!..
T. S. Eliot:  “Kültür, aslında herhangi bir toplumun dininin vücut bulmuş bir şeklidir” der. Bizim dinimiz Anadolu’da gönül hamuruyla yoğrularak vücut bulmuştur. Bu yüzdendir ki ecdadımız her şeyi gönüllü ve gönülden yapmışlardır. Onlar gönülden sevmişler, gönülden ibadet etmişler ve işlerini gönüllü yapmışlardır. Anadolu’da ortaya çıkan gönül medeniyeti ve gönül Müslümanlığının temelinde yatan gerçek budur.
Günümüzde ise maalesef her şeyi gönülsüz yapıyoruz. Çalışmalarımız gönülsüz, ibadetlerimiz ihlâssız, eğitimizin zoraki... Gönülsüz yenen aş ya karın ağrıtır ya baş, demişler. Bu kadar gönülsüzlüğe ne baş dayanır ne karın. İkisi de ağrımaya başlayınca çareyi kafamızı midemize bağlayarak yiyip içip, gezip eğlenmede bulduk. İşte umumî manzaramız bu...
Yazımı bir beyitle noktalamak istiyorum:
“Türkleri necip millet yapan gönül kültüründen kalmamış hiçbir iz.
Bilmem hâlâ Türk’üz, Müslüman’ız demeye nasıl varır dilimiz?”

Yazarın Diğer Yazıları