"Sakalım" meselesi

Rahmetli Turan Güneş’in dediği gibi Paris’te bıraktım sakalı 1968 yılında ve bir daha hiç kesmedim... O zaman Paris’te devlet memuru değildim. Birleşmiş Milletler görevlisi idim...
Bazıları, sakalım yüzünden, benim mason olduğumu sanırlar. Kaç defa yazdım; Mason filan değilim... Sakalım da hacı hoca sakalı değil!
Neden sakal bıraktım? Önce kendime yakıştırdım sonra da bir nevi  alameti farikam olduğu için... Ve biraz da inat yüzünden. Devlet görevlerine dönünce bütün baskılara rağmen, sakalımı kesmedim...
Hatta Nihat Erim’in Başbakanlığı döneminde Başbakanlıkta, rahmetli İsmet İnönü bana “Bu sakal da ne?” diye çıkıştı... Fotoğrafım da var!

Rahmetli Turhan Bilgin Bakanımken, özel kaleminden odasına girip  çıkıyorum; Orada Bakanla görüşmek için saatlerce beklemekte olan Erzurumlu bir hoca var. Benim böyle girip çıkmama hayret etmiş... Bana soruyor; “Hangi caminin imamısın” diye. Ben de latife olsun diye “İmam değilim papazım” deyince, adam neredeyse şaşkınlığından düşüp bayılacaktı!
Daha sonra Başbakan Prof. Nihat Erim’le Amerika’ya gidiyoruz... Uçakta Türk işçiler var. Demişler ki; “Ne mübarek adam. İmamını da beraberinde götürüyor!”

Ve sakal komplosu
1980’de, 12 Eylül müdahalesi sırasında, New York’ta BM Daimi Temsilci Yardımcısı rahmetli Coşkun Kırca’nın yardımcısıyım.. Askeri  idarenin benim sakalıma takıldığı rivayetleri dolaşıyor... Endişeliyim! Bunu bilen rahmetli dostum Kırca, bana bir oyun oynamak istemiş ve sanki Ankara’dan geliyormuş gibi resmi bir “kripto”  hazırlatmış. Beni odasına çağırdı ve kriptoyu üzüntülü bir ifadeyle verdi: “Altemur Kılıç sakalını kesmeli” diye emrediliyor...
Emir demiri de sakalı da keser; “Sakal kesilecek!”
Yüzümden düşen bin parça...Oyunu bilen arkadaşlar, arkamdan kıs kıs gülüyorlar!  
O sırada hastanede yatan eşim Güzide’ye durumu anlattım... O, benden çok daha akıllıdır... “Sakın kesme, bu Coşkun’un oyunudur” dedi.
Coşkun işin ciddiye varacağını düşünmüş  “ya keseceğim ya da istifa edeceğim...” O sırada Misyonda Müsteşar Yardımcısı olan sevgili Tugay Uluçevik koşarak geldi,  “Abi sakalı kesme bu oyun” dedi... Böylece ferahladım ve hep Kırca’ya; “sakalıma kıyacaktın” diye takıldım. Ama gene de beni sakalım yüzünden geri çağırdılar!

*****

Şapka, bir zihniyet değişikliğinin sembolü idi

Mustafa Kemal’in vizyonuyla 1925’te çıkarılan  “Şapka Kanunu” bazılarının sandıkları gibi  “Gardırop” devrimciliği ve Atatürkçülüğü değildi. Bugün türban nasıl gericiliğin timsali ise  “Şapka”da bir zihniyet değişikliğinin sembolü idi...


Mustafa Kemal 24 Ağustos 1925 günü Kastamonu’ya, başında  “panama” hasır şapka olduğu halde gitmiş ve hayretle bakanlara “Buna şapka derler, medeni olmaktır” der!  
Mustafa Kemal’in bu sözleri ve çağrısı üzerine, aydınlar, fes yerine şapka giymeğe başladılar.
1928’de “Kıyafet Kanunu” ve dolaysıyla şapka zorunluluğu kabul edilir. Ama muhafazakarlar buna karşı çıkarlar... Hatta Rize’de halk baş kaldırır ve “Şeriat isterik, şapka istemezük, askere gitmezük” diye ayaklanırlar. Mustafa Kemal bu isyanı bastırmak için oraya Hamidiye Kruvazörünü gönderir. Hamidiye şehrin üzerine bir kaç kurusıkı top atışı yapar. Korkuyla dağılan halk sahile toplanır ve hep bir ağızdan bağırmaya başlarlar: “Atma Hamidiyem atma, şapka da giyeceguz, askere de gideceguz...” Ve rivayet olunur ki muhafazakar kişiler fes, sarık yerine melon denilen tipte şapka tercih ederlermiş; “Hanım ver şu melûnu” demek için!

*****

Karagöz
Koleksiyonundan
23 Mayıs 1931


KAPAK: Manşette, “Hâlâ mı böyle şeylere inananlar var?” yazılı. Fotoğrafta, korku içerisinde titreşen insanlar görülüyor.
Hacivat diyor ki; “Baksana şunlara. Kıyamet kopacak diye düşünüp titreşiyorlar.”
Karagöz’ün cevabı şöyle; “Bu sıkıntılı zamanda para kazanmanın yolunu arayacaklarına, böyle saçma laflara kapılıp miskin miskin otururlarsa asıl kıyamet kendi başlarına kopacak, bundan haberleri yok. Martaval dinleyecek zamanda değil, çalışacak zamandayız yahu!”
Sayfanın alt tarafında; Karagöz dergisinin kuponla vereceği altın, takım elbise, kumaş vs. hediyelerinin anonsu var.

Yazarın Diğer Yazıları