Her şey söyleniyor bir şey gizleniyor!

“Ulu hakan Abdülhamit Han”  diyenler ve O’nu, Osmanlı’nın borçlarını kapatma teklifinde bulunan Teodor Herzl’i,  “Vatanın bedeli para değil kandır!”  diye kovduğu için övenler, Mithat Paşa ve benzerlerini  “Batı taklitçisi, Yahudi uşağı, Haçlı uzantısı” diye yerden yere vuranlar bugün, “Ulu Hakan Abdülhamit Han”  diye diye, Mithat Paşa’nın politikalarını uyguluyor..
Damat Ferit-Artin Kemal çizgisini Atatürk(çülük) adına İngiliz ve Amerikan uşaklığıyla suçlayanlar ise bugün,  “İlle de Avrupa Birliği ve ille de ABD ile stratejik ortaklık”  di-
yerek, Damat Ferit ve Artin Kemalciliğe soyunu-
yor, mandacılığı savunuyorlar.
Yani dostlar her iki taraf da aynı şeyi söylüyor amma farklı şeyler söylüyormuş hissini uyandırmayı başarıyorlar.
Ve üstelik yalnız bunlar  “söyledikleri”  ile değil  “sustukları” ile de  “ittifak” halindeler.
 Evet, ortada sinsi bir ittifak var. İktidarı muhalefetiyle, sağı-solu, bürokrasisi-sivili ile; kaş göz işareti, bakışlarla oluşmuş bir gizli ittifak bu.
Gürültüye getirme ittifakı.
Susma ittifakı. Örtme ittifakı.
Siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, resmîsi ve sivili sanki sözbirliği etmiş ve sanki bir şifahi,  “Birbirimize karşı her şeyi söyleyelim amma bir şey var ki, işte onu halka söylemeyelim” diyerek bir dernek kurmuş ve o derneğin çatısı altında bir araya gelivermişler.
Bu derneğe ABD üye, AB üye. CIA üye, MOSSAD üye.
Görüntüye ve gürültüye baktığımızda gördüğümüz bir  “rol paylaşımından” başka bir şey değil. Muvafık ile muhalif sahnede  “Sen kim oluyorsun” yahut  “Kaç paralık adamsın”  diye kükreyerek birbirlerinin boğazlarını sıkarken bile aynı şeyi söylüyorlar, evet aynı şeyi söylüyorlar amma bir şeyi yine söylemiyor, o şeyi milletten ustaca gizliyorlar.  “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığınanlarla” ,  “Türkiye İran olmasın, bu gece şeriat gelebilir!”  kâbusu görenler, bu bahiste sağlam bir ittifak halindeler.
Lozan’ın delinmesi bunların derdi değil.
Vatanın tapu tapu el değiştirmesi bunların derdi değil.
Milli ve stratejik müesseselerin birkaç dolar karşılığı dünkü müstevlilerin eline geçmesi bunların derdi değil. Çünkü her iki cenaha göre  “dünkü müstevliler”  bugün artık ya  “Stratejik ortak ve müttefik” ya, “Çağdaş uygarlık yolunun sonundaki adres” ten başka bir şey değil.
Rum istiyor verelim diyorlar, Ermeni istiyor verelim diyorlar, Yunan istiyor verelim diyorlar, papazlar istiyor verelim diyorlar, İngiliz-Alman-Fransız-İtalyan ve Dubai şeyhleri istiyor, verelim diyorlar.
Ve veriyorlar, Verdikleri her şey Osmanlı’nın küllerinden bu milletin dişini tırnağına takıp oluk oluk al kanını akıtarak kurtardığı şeyler.
Bütün bunları verenler Abdülhamitçi ve şeriatçı ve bütün bunlar verilirken susanlar ve fakat üniversitelerde baş örtülü kızlar da okusun denildiğinde aslan kesilip meydanları dolduran ve ’Hele bir dene, bak sana nasıl kan kustururuz’ diye köpürenler Atatürkçü, öyle mi?
Hayır ey millet hayır...
Bu bir rol paylaşımı..
Muhalefet yok muvafakat var.
Velhasıl burada her şey var..
Bir sen yoksun ey milletim, bir sen yoksun..
Egemenliğin, tapun,  “Anam”  dediğin vatanın bu hayhuy içerisinde elinden çalınıyor ve sen işte bu kavgacılardan birini  “Benim adamım”  diye bağrına basıyor, alkışlıyorsun.
Haline bakınca Mehmet Akif’in bir “sitemi” geldi aklımıza.
Merhum Mısır’da iken İstanbul’da bulunan annesi vefat etmiştir. Yıllardır Akif’i arayıp sormayan dostu Ferit Kam, Akif’e bir baş sağlığı mektubu yazar.
Akif  bu mektuba şu cevabı verir:
“- Yahu sizden ses seda çıkması için bizim evden bir cenaze mi çıkması lâzım!”
Nen var nen yoksa can çekişiyor ey halkım. Senden bir ses çıkması için Anadolu’dan Türk devlet, vatan ve milletinin cenazesinin mi çıkması lazım?

Yazarın Diğer Yazıları