Rumlar-Kosova ve biz

Kosova’lılar yıllardır  “her şeyi görüşmeye hazırız fakat bağımsızlığımızı masaya yatırmayız”  noktasında direndiler ve en nihayet Bağımsızlıklarını elde ettiler. ABD Kosova’nın Bağımsızlığını derhal tanıdı; Rusya diretmeye devam ediyor. Birleşik oldukları yıllarda yüz bine yakın insanı acımasızca katleden Sırplar öfkeli. Rusya’dan aldıkları güçle Kosova’yı tanıyan ülkelerin temsilcilikleri önünde protestolarda bulunuyorlar. Şiddet yanlısı olduklarını şurayı, burayı yakarak ve militan demeçler vererek yeniden kanıtlıyorlar. Geçenlerde bir TV kanalında Kosova hakkında bir belgesel gösterilmişti. İzlemek fırsatını bulanlardanım. Kıbrıs’ta Rumların bize yaptıklarının beş beterini Sırplar Kosova’lılara yapmış. Rumlar gibi Sırplar da yaptıklarından pişman değiller; insan kasabının yakalanmış olmasını “sorumlu yakalandı ya” diyerek işin içinden sıyrılmak istiyorlar. Buna hakları yok. Kosova’lılara yapılanlar bir ırkın diğer ırka yaşama hakkı tanımamasından kaynaklanan toplumsal bir hastalığın sonucu, tıpkı  Kıbrıs’ta Rumların Megali İdea hastalığı gibi. Kosova’lıları içtenlikle kutlamak “insan topluluklarının” bağımsız, hür ve korkusuz yaşama hakkını savunan herkesin doğal görevidir. Kıbrıs’ta olduğu gibi, bir arada yaşamayı denemiş fakat taraflardan birinin  “milli dava” addettiği inançla kan akıtarak yıktığı bir ortaklıktan sonra, korkusuz yaşamak için, hür olmak için devletini kurmak zorunda kalmış olan Kıbrıs Türk halkının bağımsızlığını tanımamak insanlığa sığmayan bir harekettir. Avrupa Birliği’ni oluşturan devletler geçmişte birbirleriyle ölesiye savaşmışlardı. Şimdi aynı birlik içinde, bir arada oluşturdukları yasalara bağlı olarak barış içinde yaşamaktadırlar. Alman-Fransız savaşları bu konuda örnek olarak gösterilmektedir. Bize  “Siz de Rumlarla kavga ettiniz, aranızda kan aktı fakat Alman-Fransız halkları gibi barış içinde yaşayabilirsiniz; geçmişin kavgasını unutunuz” diyenler var. Bu telkinlerde bulunanlar önemli bir hususu göz ardı etmektedirler: Avrupa Birliği’ni oluşturan ülkeler, geçmişleri ne olursa olsun, karşılıklı egemenliklerini koruyarak Birliğe üye olmuşlardır. Yani, bunlardan birinin diğerine  “toprakların benimdir, senin topraklarında meşru hükümet benim” demek hakkı veya şansı yoktur. Kıbrıs’ta, 1955-58 ve 1963-2008 yıllarını yaşamış olan Kıbrıs Türklerinin de istediği budur: Rumların yeniden “Kıbrıs’ın tümünde egemenlik bizimdir” diyerek üzerimize gelmemesini temin edecek sağlam bir anlaşma.
“Sağlam anlaşma” diyoruz. 1960 Antlaşmalarından daha sağlam bir anlaşmaya ihtiyaç olduğunu kimse inkâr edemez. Üç devletin garantilediği bir ortaklığı bu kadar insafsızca yıkmış olan Rum kanadı ile yeni bir ortaklık kurmak gerekiyorsa bunun 1960 Antlaşmalarından daha sağlam bir anlaşma olması gerekmektedir. Türk halkı “anlaşmanın işlerliği yoktur; çoğunluğa haksızlıktır; AB normlarına göre Türklere verilen haklar devletin bütünlüğünü bozuyor” mazeretleri altında 1963-1974’lerin yeniden tekrarlanmayacağı bir “sağlamlık” istemektedir. Bu da, var olan iki halkın var olan devletlerini ve 1960 Garantilerini içeren bir anlaşmadır. İki halkın eşit ortaklığına dayanan 1960 Antlaşmasını yerle bir etmiş olan Rum tarafının 44 yıl devam ettirdiği “Kıbrıs’ın meşru hükümeti benim” iddiasından sonra, eski ortakların iki devlet esasında birleşmesine itiraz hakları yoktur. Çek-Slovak modeli güzel bir örnektir. Dini, dili, “siyasi sadakat merkezleri”, anavatanları ayrı olan ve müşterek bir idareyi üç yıl bile yürütememiş iki ortağı, başkaları öyle istiyor diye, yeniden “tek devlet, tek egemenlik, tek vatandaşlık” ilkeleri altında birleştirmeye çalışmak abesle iştigaldir ve geleceği ipotek altında tutmak anlamına gelecektir.

Yazarın Diğer Yazıları