Ordumuz Kerkük yolunda

Sayın okurlarım, güneş açtı bahar geliyor. Şanlı ordumuz da, günde yirmi kilometre hızla dağlık bölgeleri aşarak Musul-Erbil yolu ile Kerkük’e ulaşıyor. “Terör yuvaları”  kuzey Irak’dan güneye doğru kaçıyorlar biz de kovalıyoruz. Onların da bizim de hedefimiz, güneye doğru. Onlar kaçıyor, biz Kerkük’ümüze ulaşıyoruz. Türkiyeliler “türban” ları ile uğraşa dursunlar, alnı açık yemenili analarımız hayır dualarıyla, Kerkük yolunda şehit olan yavrularını karşılıyorlar. Her eylem her zaman aynı görüş sahiplerince yapılmaz. Aynı eylemi uygulayanların içinde ayrı gözlüklüler de olabilir. Bazıları uzağı görebilir, bazıları önlerini bile görmezler. Bir haftalık “sınır ötesi” harekâtımız, Amerikalılarla yerli işbirlikçileri ve Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) uygulayıcılarınca, yeterli görülebilir.
İstanbul’da Beden Terbiyesi Bölge Müdürü olduğum yıllarda, İETT Spor kulubünde futbol oyununu beğendiğim Kasımpaşalı Tayyip Erdoğan, Başbakan ve Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) eşbaşkanı olarak, Ordumuzun yaptığı “sınır ötesi” harekâtına bizlerden çok farklı bakıyor ve bu olayda, siyasi sivil güçlerin devre dışı bırakıldığından, habersiz olarak konışuyor; “Biz bu harekâtı vatandaşlarımızın can güvenliğini teminat altına almak, sınırlarımızın emniyetini göz önünde bulundurmak, birlik ve beraberliğimizi kucaklamak için yapıyoruz, başka niyetimiz yok” diyor. Olabilir, “her eylem her zaman aynı görüşlerce yapılmaz” dedik ya Tayyip’in gözlüğü bizden farklı görüyormuş. “Türk Milleti’nin can güvenliği, sınırlarımızın emniyeti ile birlik ve beraberliğimiz” Büyük Bozkurt M. Kemal’in başlattığı istiklâl mücadelesi ile 1920’den beri vardır. Emperyalist güçlerin ve yerli işbirlikçilerinin uygulamaları ise, her zaman değişik maskelerle yapılır ve şanlı ordumuzdan cevaplarını alırlar. Şu neticeye vararak, konumu değiştiriyorum; AKP’liler, Ordumuzun Kuzey Irak’a girişinin ana sebeblerinden habersizdirler, Çünkü, görevi bitmeyen silâh kınına sokulmaz sözü Türkiyeli’lerin değil Türk’lerindir.
Sayın okurlarım, sizlere sunacağım ikinci konum; TBMM Başkanlık Makamınca üç hafta önce Antalya’da tertiplenen “Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamentolararası Konsey Birinci Toplantısı”, ile ilgilidir. Toplantıya Türkiye-Azerbaycan-Kazakistan ve Kırgızistan Meclislerinin Başkan Vekilleri katıldı, Türkmenistan-Özbekistan ve KKTC’nin temsilcileri katılmadı.
Türk Milliyetçileri’nin yegâne ümidi olan  “Türk Dünyası” ve “Türk Birliği” ifadelerine karşı, Türkiyeli’lerin uydurduğu “Türk dili konuşan ülkeler” tabiri beni fazlasıyla üzmüştür. Bilgisizliğin açık bir delilidir. Çünkü, Türk dili konuşmayan pekçok Türk soylu toplumumuz da vardır. Ve toplulukları “millet” yapan özellikler yanında, “dille”  beraber “soy şuûru”-“Kültür birliği”- “İnanç birliği”-“Vatan birliği” gibi değerlerimizin de öncelikleri vardır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, onbeş yıldan beri tertiplediğimiz toplantılarda ve kurultaylarda “Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği” gibi doğru ve seviyeli Türkçü ifadeler kullanılmıştır.
 “Türk Dili Konuşan Ülkeler” tabirini ilk defa, iki yıl önce Antalya’da tertiplenen 10’uncu Kurultay’ın açılış konuşmasında, Türkiyeli Başbakanımız Tayyip Erdoğan’dan duyduk. Üç ay önce  Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de tertiplenen 11’inci Kurultay’a delege olarak katılmıştım. Kurultay’da yalnız Türkiye-Azerbaycan ve KKTC’-nin üst düzey temsilcileri vardı. Ben de İlham Aliyev’in, Tayyip Erdoğan’ın ve M.Ali Talât’ın protokol konuşmaları saatinde, kahve alışkanlığımı gidermek amacı ile salon dışında olduğumdan kanuşmalarını dinleyemedim ve Tayyip Bey’in  “Türk dili konuşan ülkeler” tabirini tekrarlayıp tekrarlamadığını bilmemenin, rahatsızlığı içinde oldum.
Tanrı Türk’ü Korusun.

Yazarın Diğer Yazıları