Siz hangi seviyesizlikten bahsediyorsunuz?!..

Azîz gönüldaşlarım, bizim Türk Milleti olarak asırlardan beri damıtarak taşıdığımız şahane geleneklerden ilki insan olmak, asla ve kat’a emperyalist gayeler taşımamaktır. Vahşî Batı bunu inkâr etse de ilim namusuna sahip tarihçiler çok iyi biliyorlar ki ecdadımız asla ve kat’a başka milletleri sömürmek ve asimile etmek gibi bir sömürme düzenini benimsememiştir.
Büyük Selçuklu’dan Osmanlı’ya şanlı ecdadımız, asla aman dileyene kılıç çekmemiş, hâkimiyeti altına aldığı, vatan kıldığı topraklarda yaşayan toplulukların dinine, diline müdahale etmemiştir. Hangi dinden ve milletten olursa olsun, zulme uğrayıp imdat isteyenlerin yardımına koşmuş, onları zâlimlere karşı savunmuş, Türkçe, İslâmca dolayısıyla insanca kalkan ve kılıç olmuştur. Mazlûma Yunusça, zâlime Yavuzca davranmıştır.
Eğer Türklük gurur ve şuuru, İslâm ahlâk ve fazîleti gereği ecdadımız hak ve adaleti düstur edinmeyip de Asya’dan Avrupa içlerine ve Afrika’nın kuzeyine kadar hakimiyet kurduğu bu cihan devletleri vasıtasıyla sömürme, yok etme politikası gütseydi, meselâ sözde Ermeni soykırımı iddiaları bugün başımıza dert olmazdı. Çünkü Başbuğ Alparslan tarafından Bizanslıların toplu katlîamından kurtarıldıktan sonra asırlar boyunca “millet-i sadıka”  ilan edilen, askerlik yapmayıp meslek ve ticaret ehli olarak zenginleşen ve “millet-i hâkime” olan Müslüman Türk’ün tepesinde keyf için boza pişiren, Devlet-i Âlî’ye zora düştükten sonra Rus, İngiliz ve Fransız tahrîkiyle Müslüman Türk’ü sırtından vuran Ermeni Milleti ve diğerlerinin esâmisi bile okunmazdı. Verdiğimiz bu misali Rumeli’nde, Batı Trakya’da, 12 Adalar’da, Yemen ellerinde bizi sırtımızdan vuran gayrimüslîm, hatta müslîm topluluklara da yayabiliriz.
Demek ki tarihimizin bazı sıkıntılı safhalarında “millet-i hâkime” olan Müslüman Türk’ü, refah ve bayındırlık bakımından sıkıntıya sokmak pahasına asla sömürge siyaseti gütmemişiz. İşte bu hakkaniyet ölçüsünü kaçırıp bu erdemi mübalağayla berbât etme zaafımız maalesef başkalarına karşı gösterdiğimiz merhameti kendi haklarımızın bile önüne geçirmiştir.

Mankurt, dönme, devşirme üçlüsü...
Peki, son 200 yıldan beri “yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmeyen, o yumurtayı çıkaran anadaki cevheri de göremeyen tüysüz civciv misali” aydın geçinen zavallılara ne diyeceğiz?.. “Baba kompleksi” nin pençesine düşen, yâdın - yabanın, düşmanın telkiniyle devletine, milletine tepeden bakan, tarihine küfreden bir güruhtur ki bunlar, aralarındaki bazı iyi niyetliler bir yana hemen hepsi “Rabbenâ” demekten dahi imtina eden “hep bana” cılardır. Dolayısıyla mide fesadı ile birlikte, makam, mevkî, şöhret hastalıklarından da mustarib değil memnun olmuşlardır bu “gidi” ler. Devleti yönetenler ve yönlendirenler de o “mankurt - dönme - devşirme” üçlüsünün baskısı altında kaldıktan başka, bu “necâset seli” nin akıntısına da kapılmışlardır. Bizim başımıza bela olan bu  “aydıncık - maymuncuk takımı” nın, dini bile maddeye tahvîl eden Batı’yı, ilimde ve fende geçmek yerine taklîd etmelerinden, Vahşî Batı’nın uşaklığına soyunmalarından dolayı, koskoca bir cihan devleti olan Osmanlı, hasta adam durumuna düşürülmüş. 20’nci Asrın ilk çeyreğinde emperyalist ve sinsî Haçlı Batı, her türlü entrikalarıyla, saldırılarıyla, taşeronları ve özellikle içimizden devşirdikleriyle üzerimize geldiğinde; bize ölümün, yok edilmenin diğer adı olan Sevr’i dayattığında, yeniden silkinmiş, özümüze dönmüş, kim olduğumuzu hatırlamışız.
Bu öze dönüş, o muhteşem “Ordu Millet” geleneğiyle tarif edilebirdi ancak...  Evet “Ordu - Millet” olduğumuzu hatırladık ve topyekün Vahşî Batı ile beraber içimizdeki hainlerle karşı da o şanlı Millî Mücâdele’yi vererek kurduk inşaallah ebediyyen yaşayacak millî devletimizi... Türk Milleti, kadın çocuk, genç, yaşlı demeden bütünleşti, ordulaştı ve “İslâm’ın son Ordusu” olmak şuuruyla savaştı...
Ne yazık ki o şanlı Millî Mücâdele ruhunu, Gâzî’den sonra Türkiye’de “vaziyet idare eden zihniyet sahipleri” korumak, diri tutmak ve yüceltmek yerine “tuz ruhu niyetine” kullanmaya kalktılar.

Yüksek seviyeli seviyesizler!..
Bizim gazetenin sürmanşet haberine göre Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt sert konuşmuş. “ABD çık dedi de çıktı” eleştirisinin asılsız olduğunu belirten Büyükanıt “Bu yalnızca TSK’ya değil, Türkiye Cumhuriyeti’ne de yapılan çok seviyesiz bir saldırıdır. Askerimizin döktüğü kana saygısızlıktır” demiş.
Ah Paşam ah!.. Siz hangi seviyeden bahsediyorsunuz?!.. Keşke Milletimiz, vuku bulmadığını ısrarla söylediğiniz bu aşağılanmanın söylentisine bile muhatap olmasaydı ve onca kötü tesadüf(!) üst üste gelmeseydi. Milletimizin kafasına bu “seviyesiz iddialar”, bir kısım “yüksek seviyeli seviyesizlerin” basiretsizliği yüzünden, alçakça saldırılarla sokulmasaydı. Şehit kanına bu kadar saygısızlık yapılmasaydı; keşke “vaziyet idare edicisi” ‘Teslimiyetçi Zihniyet’in ve “el bebek gül bebek sohbet edilen” şu “siyasî çözüm ihaneti papağanı” bir kısım medyanın bulandırdığı su, ürküttüğümüz kurbağaya gerçekten değseydi!..
Bugün Kahraman Ordumuzun tepesindeki en yüksek rütbeli komutan olan Genelkurmay Başkanı “Geri çekilme operasyonu ile ilgili kararı ABD’nin dayatmasıyla değil, kendi kararımızla verdik. Aksini ispat etsinler üniformamı çıkarırım” diyerek milletimizi ikna etmeye çalışıyorsa, söylenecek söz sadece ve sadece şudur:
“Vay halimize!..”  

Yazarın Diğer Yazıları