İslâm'da reform...

Tanzimat, Batı’ya açılan ilk penceredir, denilir. Doğru!.. Dış dünyaya pencereyi batıdan açmışız yani. Dolayısıyla, her şey bize Batı’dan geliyor. Kış da Batı’dan geliyor, deli dana hastalığı da Batı’dan geliyor, moda da Batı’dan geliyor... Son olarak İslâm’da reform haberi de yine Batı basınından geldi.
Gazetelere yansıdığına göre; Batı basını, Ankara Üniversitesi’nden bir grup ilahiyatçının hükümetin isteğiyle “İslâm’da reform” için harekete geçtiğini, oluşturulan kurulun İslâm’a ve çağa uymayan bazı hadisleri ayıkladığını ve çalışmanın bitmek üzere olduğunu, yazdı. Konu sadece haber olarak kalmadı, köşe yazarları da meseleye eğilerek “Türkiye Batı için kabul edilebilir bir İslâm yaratabilir mi?”, “İslâm’ın mesajını yeniden düşünmek” gibi başlıklar altında konuyu tartıştılar. Şu ifadeler Financial Times gazetesinin başyazısında yer almıştır: “Türkiye’de yeni-İslâmcı ve reformcu hükümetin cesaretlendirdiği çalışmalarda gerçekten modernize edilmiş bir İslâm fikriyle hareket ediliyor.”
Aslında, “İslâm’da reform” teşebbüsleri bizde yeni değildir. Tanzimat’la birlikte bir takım dinî telakkiler de tartışılmaya başlanmıştır. Bu topraklarda, ister ıslahat adı altında, ister zorbalıkla olsun, hep dinde reform tazyiki var olagelmiştir.
1950’lerde dinde reform münakaşalarının daha da alevlendiğini görüyoruz. Bu tartışmaları o yıllarda çıkan dergi ve kitaplardan takip etmek mümkün. Mesela, 1956’da Osman Nuri Çerman’ın neşrettiği “Dinde Reform” (1956) isimli kitapta dinde reform şöyle tarif ediliyor: “Dinde reform, dinî hükümlerin, ibadet şekillerinin, kaide ve formalitelerinin bu asrın milliyet, medeniyet, hukuk gidişine göre ayarlanması demektir.”
Bu esere “Dinde Reform Meselesi” (1957) adlı eseriyle Kemâl Edip Kürkçüoğlu’nun cevap verdiğini biliyoruz. Ayrıca, Eşref Edip’in hazırladığı  “Dinde Reformcular” (1959) isimli kitapta, konuyla ilgili birbirinden güzel makalerin yer aldığını belirtelim.
Son yıllarda dinde reform faaliyetlerinin “değişim” kisvesi altında sürdürüldüğü malum. “Değişim” e ilâveten bir de hiç alakası olmadığı halde Mevlana’nın bir rubaisinin Abdulbaki Gölpınarlı tarafından yapılan:
“....................................................
Dünle beraber gitti, cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne âit.
Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım.”
şeklindeki tercümesi kullanılarak “yeni şeyler söylemek” adına İslâm inancını temelden sarsacak nice safsatalar dile getirildi:
 “İslâm’da baş örtüsü yoktur.”, “Benim inandığım Allah kulunu cehennemde yakmaz.”, “Bu asırda idam mı olurmuş?”, “Zinayı suç saymak insan haklarına aykırıdır...” Maalesef bu sözlerin bir çoğunu ilahiyat menşeli kişilerden duyduk.
Bütün bunlar yaşanırken Diyanet’in şuyûu vukûundan beter bir çalışma ile gündeme gelmesine şahsen ben üzüldüm. İnşallah Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil haklı çıkmaz:
“Bana İlâhiyat Fakültesinden bahsetmeyiniz, rica ederim. Laik Üniversiteye bağlı fakülteler din âlimi değil, din tenkitçisi yetiştirir.”

Yazarın Diğer Yazıları