Kurt dönüşünce...

Yola Bozkurt olarak çıkıp önce Tansu Çiller, sonra Tayyip Erdoğan’ın saflarında karar kılan Prof. Mümtazer Türköne son icraatıyla gündemde

TBMM kreşinde geçen hafta bir doğum günü kutlaması vardı. Ama içerideki palyaçoyu görenler gözlerine inanamadı. Çünkü palyaço kıyafetli kişi AKP İstanbul Milletvekili Özlem Türköne’nin profesör eşi Mümtaz’er Türköne’ydi.
Prof. Türköne, TBMM kreşine giden 5 yaşındaki oğlu Oğuzhan’ın doğum günü için palyaço kıyafeti giymişti. Çocukların neşeli çığlıklarıyla karşılanan Mümtaz’er Türköne’yi kameraya alma ve fotoğraf çekme işi ise Özlem Hanım ile Meclis’teki master öğrencisi danışmanına kalmıştı!
Eşine “Özlem” dediği için Okan Bayülgen’i “Gördüğü yerde döveceğini” söyleyen Türköne’nin palyaço kıyafetli hali sadece çocukların değil, herkesin ilgisini çekti. Olay kulaktan kulağa hızla yayıldı.
Telefon edip “Palyaço olmuşsunuz!” diye sorduğumuz Mümtaz’er Bey, önce kahkaha atarak, sonra da Özlem Türköne’ye danışarak cevap verme gereği duydu. Eşinin arka planda “Giymedim de!” baskısına rağmen Mümtaz’er Türköne gülerek, “Öyle bir rivayet var, ama ben görmedim” yanıtını verdi.
Türköne, “Kıyafeti nereden buldunuz?” sorusunu ise, “O kolay iş! Günlük 40 YTL’ye kiralıyorsunuz” deyince, işin rengi açığa çıktı aslında.
Açık konuşayım, bu kulisi yazarken büroda bile uzlaşma sağlayamadık. Bazılarımız, “Bir babanın çocuğu için palyaço kıyafeti giymesi süper” yorumunu yaparken, benim de aralarında olduğum grup, olaya daha eleştirel yaklaştı.
Ama Mümtaz’er Bey, asıl kreşteki diğer babaları kızdırdı! Birçok baba kreşi arayıp olayı sordu ve çocuklarının evde ’Sen de palyaço ol’ diye tutturmasından yakındı.
Bakalım Mümtaz’er Bey’in bu yeni imajı, eski ’maço’ imajını gölgede bırakacak mı?

+++++

Ali Kırca’nın karşıma oturttukları...
Konu yine “AB süreci”... Birkaç hafta önceki Siyaset Meydanı’nda Kırca karşıma, “Dinci-Barzanici” bir karma takım oturtmuştu. Biz ulusalcılar onlarla karşı karşıyaydık.
Bir iki hafta sonra tekrar, 10 Nisan 2008’de katıldığım Siyaset Meydanı’nda ise karşımızdakiler, Avrupa Birliği ve Patronlar Kulübü karmasından oluşuyordu. İşin en komik yanı da kimilerinin Türkiye-AB ilişkilerini, “Kanarya sevenler mi yoksa bülbülü tercih edenler mi” biçiminde göstermek istemeleriydi. “AB’ye karşı mısınız, yoksa yanında mısınız” diye sorulduğunda, “AB’nin (ve Batı’nın) Türkiye ve bölge üzerindeki sömürgeci politikalarının üstü örtülmüş oluyordu.”
Karşımızdakiler, konuşmaların şöyle yapılmasını istiyorlar:
- AB’ye kim girdi de kaybetti? 40 yıl önce Portekiz, Yunanistan bizden geriydi, girdiler zenginleştiler...
- AB içinde demokrasi var, özgürlükler var, girin siz de zenginleşin, özgür olun...
- İşte bu nedenle de AB süreci aksamadan yürütülmeliydi.
Oysa soruların şu şekilde sorulması gerekir:
- Siz onların “AB süreci” adı altında Türkiye’yi sömürgeleştirerek parçalamasını mı istiyorsunuz?
- Yoksa AB ile yan yana, karşılıklı çıkarlarınızı koruyarak iki normal ülke gibi mi yaşamayı tercih edersiniz?
Karşı takımdakiler sorunun böyle sorulması gerektiğini çok iyi bildikleri halde “olayı özellikle saptırarak” AB sürecinin yürütülmesini savundular.
- AB’nin çıkarları bunu gerektiriyordu...
- AB ile alışverişte bulunan AKP’nin işine bu geliyordu.
- Kimi büyük sermaye çevreleri, “AB (ve Batı) politikalarının bir parçası olmak zorundaydılar.”
- Tabii ki Türkiye’deki bölücüler, AB sürecine destek vereceklerdi, onlar da AB’yi arkalarına alacaklardı.
Avrupa Parlamentosu’nu temsil eden parlamenterin davranışı ise Brüksel’in gerçek yüzünü ortaya koydu. Hitler döneminde dünyaya bakan gözlerin, bugün Brüksel’den Türkiye’yi nasıl seyrettiğini, herkes ekranlardan canlı canlı izledi.
Halkımız, AB’nin maaşlı avukatlarına karşı,
“% 90” oranıyla yanımızda yer aldı, kamuoyu yoklamaları böyleydi. Halkı kandıramadılar...
Birkaç hafta arayla Ali Kırca ’nın seçip de karşımıza oturttukları ilginç bir kompozisyon oluşturuyordu: Kimi dinciler, Barzaniciler, Avrupa Parlamentosu’nun Alman üyeleri ve kimi sermaye çevrelerinin maaşlı avukatları... Sanki işgal dönemindeki İstanbul’daydık, ne yazık... Ve karşımızdakiler bütün güçleriyle, “AB sürecinin aksamadan yürümesini” ısrarla savundular.

+++++

301
Hukuka aykırılık
Emekli Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Güven Dinçer ’e göre, TCK 301. maddeden dava açma izninin cumhurbaşkanına verilmek istenmesi hem hukuka hem de anayasaya aykırı. Çünkü:
“Cumhurbaşkanının bir ceza davasının yargılama sürecine herhangi bir şekilde katılmasına, anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanan genel düzenlemesi ve Cumhurbaşkanlığı ve yargı ile ilgili anayasa kuralları nedeniyle imkân yoktur. Anayasada açıkça kurala bağlanan belirli konular dışında yasama, yürütme ve yargı organlarından birinin, diğerinin görev ve yetki alanlarına girmesi ve karar alması söz konusu değildir. Cumhurbaşkanının yetkileri de, yasama, yürütme ve yargı ile ilgili olarak ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiştir. Yalnız atamalar konusunda kanunla düzenleme yapılabilir. Bunun dışında cumhurbaşkanına yasa ile herhangi bir görev verilemez.
Cumhurbaşkanının resen aldığı kararlar ve verdiği emirler hakkında yargı mercilerine başvurulamaz. Bu da Cumhurbaşkanlığı hizmetinde çalışan görevlilerle ilgili bir kuraldır. Yahut da anayasada tek tek sayılan bazı yetkililerin atamaları ile sınırlıdır.
Soruşturmaya izin verilmesi gibi memurların yargılanmasında bakanlara tanınan bazı yetkilerin cumhurbaşkanına tanınması düşünülemez. Çünkü bu yetkiler memurların yargılanması ile ilgili olup anayasanın 129. maddesinin 6. fıkrasına istinaden verilen istisnai bir yetkidir. Bu yetkiler, ayrıca Danıştay’ın yargı denetimine de tabidir. Cumhurbaşkanının izin konusunda resen alacağı bir karar da anayasa gereği denetim dışı olacaktır.”

+++++

Hürriyet
Mehmet Y. Yılmaz

Toklar gitti, açlar geldi!

Halka ucuz portakal satmak için kurulan belediye şirketinin içini boşaltmakla suçlanan genel müdür, Mekke’deki Zemzem Tower’da bir tane devre mülk almış.
Hacca ve umreye gidildiğinde kullanılmak üzere!
Gazetedeki habere göre Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde başka üst düzey bürokratların da aynı yerde devre mülkleri varmış.
Olabilir, bunu yadırgamıyorum. Herkes birikimini nasıl isterse öyle değerlendirebilir.
Sorun daha çok birikimin nasıl sağlandığı ile ilgili ki portakalcı müdürün serveti ile ilgili ciddi kuşkular olduğu biliniyor.
İşte burası çok tuhaf! Helal kazanılmayan bir parayla alınan mülk yerinin seçimi!
Birçok okuyucu eminim ki “Bunda şaşılacak ne var” diyordur, “günahın bu kadar çok olursa, mümkün olduğunca bunu affettirmeye çalışmak normaldir!”
Elbette böyle kazanılmış bir parayla yapılan ibadetin geçerli olup olmayacağını değerlendirmek, biz kullara vazife değil.
Ancak bir gözlemimi aktaracağım: Dini siyasete alet ederek ülke yönetimine gelenlerin kişisel servetlerinde gözle görülür bir düzelme var.
Devlet ve belediye olanaklarından nemalanan bu kesimin durumu bana eski bir fıkrayı hatırlatıyor.
Ağacın altında yüzü gözü sinek içindeki adama çıkışmışlar: “Ne tembel adamsın, şu sinekleri bile kovmaya üşeniyorsun!”
Adam istifini bozmamış. “Bunlar tok sinek beyim” demiş, “kovarsam aç olanları gelir!”
Sanırım cennet vatanımızın durumu buna benziyor. Kanımızı emiyorlar diye sinekleri kovduk, bu kez aç olanlara yakalandık!

Yazarın Diğer Yazıları