Çözümsüzlük çözüm mü?

Kıbrıs meselesine teşhis koymaksızın 1964’den itibaren bu meseleyi, her türlü denaeti ve cinayeti işlemiş olan Rum tarafını “meşru hükümet” olarak tanımak suretiyle Rumlar lehine “çözmüş”olanlar, Türk tarafının bu haksızlık karşısında direnişini, Uluslararası Antlaşmalardan kaynaklanan haklarına sahip çıkışını, Rum’a-Yunan’a boyun eğmeyişini “çözüm istememe” olarak değerlendirmeyi yeğlemişlerdir. O gün bu gün eli kanlı, suçlu Rum idaresini “meşru hükümet” olarak tanımayışımızı da “uzlaşmazlığın kanıtı” olarak algılamaktadırlar. Garanti Anlaşmasının devamında ısrarımız; Rumlar kadar eşit ve egemen olduğumuzu iddia etmemiz; 20 yıl Federasyon istiyorlarmış gibi davranarak bizimle oyun oynayanların Kıbrıs’ın tümüne sahip çıkma eylemine son vermek için devletimizi ilân etmemiz; Türkiye’nin müdahalesi ile mutlak yok edilmekten kurtulmamız da “uzlaşmazlığın kanıtı” addedilmektedir. Buna rağmen, yeniden Türk tarafından bazı kişilerin “çözümsüzlük çözüm değildir” sözünü ve “şimdiki durum devam edemez” vecizesini tekrarlayarak Rumlar üzerinde baskı yapmağa çalıştıklarını veyahut da dünyaya “Türk tarafının çözümden yana olduğunu” bu çıkışlarla kanıtlayabileceklerini sandıklarını görmekteyiz. Geçmişte “çözümsüzlüğü devam ettiren kişi” olarak tanımlandığım için bu konuda hassasiyet göstermem ve bazı gerçeklerin altını çizmeğe çalışmam doğal karşılanmalıdır.

Kıbrıs meselesine Rum’un gözü ile bakıldığında  “çözümsüzlük nedeni” olarak 1974’de Türk askerinin Kıbrıs’a gelişi görülmektedir. Onlara göre Kıbrıs meselesi 1974’de başlayan bir işgal meselesidir. İşgalci çekip giderse mesele hallolacaktır.  “Kıbrıs Hükümeti” olarak bunu istemektedirler. AB üyesi olarak da AB normlarının Kıbrıs’ın tümünde uygulanmasını istemektedirler. Garanti Anlaşmasına artık gerek yoktur!

Bu konumda olan Rum idaresi için  “Kıbrıs meselesi” işgalden kurtulma ve işgal öncesi durumun avdetidir. İşgal öncesi durumu Klerides 1967’de çok net bir şekilde şu sözlerle açıklamıştır: İçimizde bir Türk cumhurbaşkanı yardımcısı, Türk bakanlar, Türk millet vekilleri olmadığı halde dünya bizi meşru hükümet olarak tanıdığına göre Türklere niye taviz verecekmişiz? Ya istediğimize gelecekler, ya da çekip gideceklerdir.

Yani, Rum tarafı için “mesele halledilmiştir”. Makarios da kendilerine “Ben yaptıklarımla Kıbrıs’ı ENOSİS’e en yakın noktaya getirdim. Bundan ancak ENOSİS için geri adım atabilirsiniz” vasiyetini bırakmıştı. O halde, kendimize gelelim ve ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN Rumlar açısından: Ortaklığı ENOSİS’e sıçrama tahtası yapmak için bozdum; tüm yaptıklarıma rağmen meşru hükümet addedildim, bu benim için ENOSİS’ten bir adım önceki çözümdür; Cunta darbe yapmasaydı Türkiye buraya gelmeyecekti; geldi ve adanın tümüne hakim olmamı önledi; şimdi görevim meşru hükümet olarak bu işgalden kurtulmak ve adanın tümüne sahip çıkmaktır noktasında düğümlenmekte olduğunu görelim. Türk tarafı yirmi yıl uğraştan sonra kendini Rum’un kulu kölesi olmaktan kurtarmış, 1960 Antlaşmalarının kendisine vermiş olduğu hak ve yetkileri KKTC bünyesinde somutlaştırmıştır. Kıbrıs Türkleri için de Kıbrıs meselesi halledilmiştir. Sorun varsa Rum tarafının, uluslararası tanınmadan kaynaklanan bir cüretle, Kuzeyi de ele geçirmek ve Kıbrıs Türklerini azınlık yapmak siyasetinden kaynaklanmaktadır. Buna da Rum’un hakkı olmadığı gibi “çözümsüzlük var” diyenlerin de hakkı yoktur. Çare Çek-Slovak usulü ayrılık ve Türkiye de tam üye olduğunda AB’nin damı altında birleşmektir.

Çözümden yana olduğumuzu kanıtlamak için yapılan demeçler ve akrobasiler bizi Rum’a yamalamayı çözüm addeden “dostlara” yanlış mesajlar vermektedir. Rum, kendi lehine çözülmüş olduğuna inandığı davada çözümsüzlüğü KKTC’nin varlığı ve Türkiye’nin Garantörlük hakları olarak görmektedir. Hâlâ  “çözümsüzlük çözüm değildir”  demeye devam mı edeceğiz? Yoksa iki eşit egemen devlet arasında yeni bir ortaklık için mi uğraşacağız? Esas sorun budur!

Yazarın Diğer Yazıları