Patamobil cenneti

Demirel, patates tarlasında otomobil üretmekten mutlu olduğunu
söylediği zaman üretilecek arabanın markasını Bekir Coşkun bulmuştu

Tarım alanlarına mahalleler, fabrikalar, sanayi siteleri kurdular ve şimdi soruyorlar:
“Pirinç niye bulunmuyor?..”
“Bulgur niye pahalı?..”
“Mercimek niye yok?..”
Bursa’nın şeftali bahçelerine bakar mısınız geçerken, kirli dumanlar salan atölyelerle dolu, kamyon lastiğini eritip lastik ayakkabı yapıyorlar.
Adapazarı, Konya Ovası, Eskişehir’in bereketli tarlaları...
Adana’nın pamuk tarlalarında paslı dingil atölyeleri var.
Antalya’nın muz bahçelerinin yerinde yeller esiyor, zevksiz kooperatif evleri yaptılar.
Saymaya gazete sayfaları mı yeter?

*

Bu cennetin cehenneme dönüşmesinin hazin hikáyesidir.
Ve eskiye dayanır; patates tarlasında otomobil üretmekten mutlu olduğunu söylediği zaman Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, o patates tarlasında üretilecek arabanın markasını ben bulmuştum:
Patamobil...
Sonra...
Sonra cenneti cehenneme çevirme devam etti.
Bakın; bu arkadaşlar tarım alanlarının başka amaçla kullanılmasından yakınmıyorlar mı?
Bu yalan...
Çünkü bir ABD firmasının (Cargill) Bursa’nın en verimli tarım alanlarına yaptığı fabrikanın yıkım kararının durdurulması için TBMM’den özel kanun çıkartan kendileri. Muhalefet, “Kişiye özel kanun olmaz” diyerek Anayasa Mahkemesi’ne gitti, şu sıralarda Cargill Yasası görüşülüyor, göreceksiniz elbette o fabrika orada kalacak.

*

Kısacası tarlalara kirli atölyeler yaptılar, fabrikalar kurdular, mahalleler kondurdular, şimdi şimdi o ahmakça soruyu soruyorlar:
“Pirinç niye bulunmuyor?..”
“Bulgur niye pahalı?..”
“Mercimek niye yok?..”
Nasıl anlatmalı tarla kalmayınca ürün gelmeyeceğini...
O tarlalardan lastik ayakkabı gelir, teneke kutular gelir, naylon leğenler gelir, dingil-mingil gelir, tencere-tava gelir, çocuk bezi gelir, ama pirinç, bulgur, mercimek gelmez...
Dahası; yakında aç kalacaktır Türkiye.
Cenneti cehenneme çevirmenin ağır faturasıdır bu.
Kaçınılmaz...

* Bekir Çoşkun / Hürriyet
+++++

Alın size mukayese

Lost’un Sawyer’ı geldi.
Canım çok sıkkın.
Adamın yüzünden, aralarında benim de bulunduğum Türk erkeklerinin yüzde 98’inin eciş bücüş tipler olduğu ortaya çıktı.

*

Kızlar bir Sawyer’a bakıyor.
Bir de bize.
Kınıyorum Algida’yı!

*

Şaka bir yana, “kıyas” iyi bir şey aslında... Gerçeğin kabak gibi ortaya çıkması için, “onu” ve “bunu” yan yana koymak gerekiyor... Mesela, tarım!

*

Sene 2001...
Mersin Limanı’ndan 800 bin ton tahıl “ihraç” ederken, 200 bin ton tahıl “ithal” ediyormuşuz. Yani, 4’te 1.
Sene 2007...
Aynı Mersin Limanı’ndan 200 bin ton tahıl “ihraç” ederken, 600 bin ton tahıl “ithal” etmişiz. Yani, 3 katı.

*

Gelen, inanılmaz şekilde artmış.
Giden, dramatik şekilde azalmış.

*

Sene 2001...
Mersin Limanı’ndan 70 bin ton pamuk “ihraç” ederken, 210 bin ton pamuk “ithal” ediyormuşuz.3 katı.
Sene 2007...
Aynı Mersin Limanı’ndan 70 bin ton pamuk “ihraç” ederken, 700 bin ton pamuk “ithal” etmişiz. 10 katı.

*

Böyle bu işler çünkü.

*

Memleket de insan gibi...
Bakacaksın.
Dikkat edeceksin.
Özeneceksin.
Çekidüzen vereceksin.
Bakarsan kendine, “yakışıklı yakışıklı” dolaşırsın dünyanın her yerinde... Bakmazsan, getirirler Sawyer’ı, parayı da o alır, kızları da... Sana mısırın koçanı kalır.

* Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++++

Ayıkla pirincin taşını Kemal Abi

Son pirinç spekülasyonunun arkasında Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın işbilir oğlu Abdullah Unakıtan’ın bulunduğuna dair iddialar gündemdeydi...
Kemal Unakıtan, bu iddialara, “Mahdumum Abdullah, tavukçuluk işiyle iştigal etmektedir... Pirinç işi yapanlarla mısır işi yapmış, pirinç işi yapmamıştır” tarzında bir yazılı açıklama yaparak cevap verdi...
Yani pirincin taşını ayıklama çabası içine girdi...
Demek ki neymiş?
Kemal Abi’miz mahdumu Abdullah Efendi’yle ilgili iddialar karşısında her daim, “Next question?” falan diyerek geçiştirme taktiği uygulamıyormuş...
O halde çağrımızı bir kez daha yineleyelim...
Kemal Abi! Hazır elin değmişken, şu “Abdullah Efendi’nin mera vasıflı alanı fabrika alanına çevirme macerası” hakkında da bir yazılı açıklama yapıp o pirincin taşını da ayıklasana...
Hadi ama Kemal Abi... Lüütfeeen...

* Ahmet Hakan

+++++

Züppe!

Tango anneleri...
Bey babaları....
Paşa dedeleri...
Birinci cumhuriyetçidir, üç nesil birinci cumhuriyetin nimetlerinden “iş adamı olarak, büyükelçi olarak, vali olarak, paşa olarak” sonuna kadar yararlanmışlardır ve onlar da üçüncü kuşak olarak; cumhuriyetin nimet biberonlarını emerek büyümüş, kolejlere gitmiş, iyi okullarda okumuş, mezun olur olmaz iş bulmuş, hiçbir zaman “Aç kalırım... İşsiz kalırım... Kiramı ödeyemez evden atılırım...” korkusunu duymamışlardır, çünkü duyurulmamıştır. Gençliklerinde “ordunun darbe yapmasını ve kendilerinin de içinde bulunduğu cuntacıları, Maocuları, milli demokratik devrimcileri iktidara getirmesini” isterlerken son yılllarda “ileri derecede demokrat ve AB’ci ve dolayısıyla da AKP’ci” olmuşlardır.
İnce züppe!
Cumhuriyetten beslenmiş.
Biberonlanmış.
Fakat onu beğenmez.
Bütün bunlar ve daha bu küçük yazıya sığdıramayacağım neler neler aklıma; Hürriyet Gazetesi yazarı Hadi Uluengin’in 17 Nisan Perşembe günü yazdığı; “Köy Enstitüleri Balonu” yazısını okuyunca geldi.

***

Sizinle paylaşmak istedim.
Dertleşmek istedim.
Haksız mıyım?
Size sormak istedim.
Hadi Uluengin serisinden gelen ve gazetelerde yazı yazan züppeler, karar vermişlerdir: Birinci cumhuriyete ait ne varsa, Atatürk dahil, hepsi kötüdür, kabadır, anti demokratiktir, sultacıdır, oligarşiktir, jakobendir...
Uluengin döktürmüş.
Köy Enstitüleri, hazımsız ve vasat insanlar yetiştirirmiş, aciz ulusalcı-laikçi-az görgülü münevver üreterek toplum üzerinde “maddi-manevi tahakküm sürdürmek” isterlermiş. Halktan yana bir yazar olan ve yıllarca önce vefat etmiş Mustafa Ekmekçi de “Köy Enstitüleri’ne devrim misyonu vehmeden aydın bozuntularından” biriymiş.
İyi olmuş.
Köy Enstitüleri kapatılmış.
Türkiye kurtulmuş.
Hadi Uluengin ve onun serisinden gelenler, sırf birinci cumhuriyetin geliştirdiği modeldir diye “müthiş bir yaratıcılık, yerlilik ve orijinallik üzerine bina edilmiş Köy Enstitüleri’ne” dudak büküyor.
Sormak isterim:
“Köy Enstitüleri 50 yıl önce kapatıldı ve onun yerine hangi eğitim seferberliği konularak Türkiye’nin köylüleri laik, demokrat, çağdaş, bilim okuru olarak eğitildi ve bu eğitilmiş köylüler Türkiye’nin şehirlerini doldurarak ”Japon mucizesi“ gibi ”Kore mucizesi“ gibi ya da ”Finlandiya mucizesi“ gibi bir ”Türk kalkınma mucizesi“ yaratılmasının beyin gücü ve kol gücü oldular? Köy Enstitüleri’ni kapatanlar, köylü yığınlarını eğitmek için onun yerine daha iyi olarak neyi koydu?”
Cevap isterim.
Züppece olmasın.

* Necati Doğru / Vatan

+++++

Yumruk atanla yumruk yiyen... 

Hürriyet’ten Bekir Coşkun’un yazısındaki son cümle;
“Son tespit; bir iktidarın milletvekilleri Meclis’te adam dövmeye başladıklarında..
O iktidar bitmiştir.
Bu kadar..”
Tespit doğru mu?
Dört dörtlük...

*

Konuşmamız gereken şu; AKP milletvekillerinin sinirleri neden bozuk?
Denilecek ki;
Kamer Genç tahrik etti, Başbakan’a Tayyip, Tayyip diye seslenilir mi? Ayıp..
Bu da doğru..
Üslup çirkin..
Ama üslubu çirkin diye kızdığımız her adamı dövmeye kalksak memlekette dayak yemeyen adam kalır mı? Her kızdığımız adama tekme tokat saldırırsak o memlekette demokrasi olur mu?
Olayın daha da vahim bölümü var; Başbakan AKP milletvekillerinin muhalefet kulisini basarak Genç’i dövmeye kalkmalarını normal karşıladı.. Onay verdi.. Ne var bunda anlamına gelecek sözler söyledi..
AKP’li vekiller Genç’in ağzını burnunu kırsaydı, kafasını patlatsaydı ne olacaktı!
Hiç!!!
Başbakan herhalde aferin diyecekti..
Başbakan öfke de bir hitap şeklidir demişti ya..
AKP milletvekilleri de yumruk atmak da bir hitabet şeklidir der mi?

*

Sahi AKP milletvekillerinin neden sinirleri bozuk?
Belki de liderlerine laf söylenmesini hazmedememişlerdir.. Onu erişilmez, ulaşılmaz, konuşulmaz, eleştirilmez buluyor olabilirler..
Ne yani..
Bağımsız bir milletvekili çıkıp yüzde 46.6 oy alan bir kişi için ağzına geldiği gibi konuşabilir mi?
Demokrasilerde konuşamaz mı?
İşin özüne bakarsanız..
Yumruk atan da vekil, yumruk yiyen de.. Aralarında fark yok.. Aslında büyük fark var.. Yumruk yiyen kendi gücüyle geldi, yumruk atan liderinin gücüyle..
Belki de bu yüzden liderlerine toz konduramıyorlardır.. Varlık nedenleri olduğu için..

* Mehmet Tezkan / Vatan

Yazarın Diğer Yazıları