Mayıs olayları

Bir Kanada sözü,  “Nisan yağmuru, Mayıs çiçeği getirir” der... Mayıs ayı hem netameli, hem de umutlu bir ay... Şimdi Nisan sonlarında, “Milli Egemenliğin”  adeta “Egemensizliğe”  dönüştürülmesine çalışırlarken, Mustafa Kemal’in yeniden Samsun’a çıkmasını bekliyoruz!
Evet, Mayıs gene de netameli bir ay. Yakın tarihimizde ülkemizi altüst eden bir 27 Mayıs 1960 felaketi var... Bu konuda kendi tecrübelerimi çok yazdım... Yassıada’da tutuklu yattıktan sonra gene Basın Yayım Genel Müdürü olduğumda bir takvim bastırmıştım. Matbaada harmanlanırken her nasılsa Mayıs sayfası unutulmuş... Adım dalgına çıkmış ya, bana sataşmaya başladılar...  “Her ayı unutabilirim, ama 27 Mayıs’ı mümkün mü unutmak”   diye cevap verdim!
Gene de  “Mayıs”  denince, 27 Mayıs 1960’la ilgili acı bir hatıramı nakledeyim... Gazetelerde Ergenekon  “mahkûmu”  Veli Küçük Paşa’nın tekerlekli sandalyede, iki Jandarma Astsubayı arasında, hastanede çekilmiş fotoğrafı vardı. İçim cız etti ve Yassıada’da tanık olduğum acı bir olayı hatırladım.  27 Mayıs 1960’da cuntacı darbeciler, kendi komutanlarını, emekli generalleri, amiralleri, mesela Hava Kuvvetleri Komutanı Tekin Arıburnu Paşa’yı, hatta Yassıada’yı deniz üssü yapan Amiral Sadık Altıncan’ı da tutuklayıp, kendi deyimleriyle  “Yassıada’ya tıkmışlardı” ...
Bizim koğuşta Kore Kahramanı Tahsin Yazıcı Paşa da vardı! Süngü takmış erler, her gün bizi sırayla Tahkikat Komisyonu’nda sorgulamaya götürürlerdi... Bir gün gene süngülü bir er, süngüsünü Paşa’nın sırtına dayayarak aldı götürdü... Paşa, döndüğünde ağlıyordu... Er kuytu bir yerde durmuş, tüfeğini duvara dayamış,  “Paşam siz Kore Kahramanı Tahsin Paşasınız. Beni bağışlayın; verin, ellerinizi öpeyim”  demiş...
İşte Veli Paşa’nın fotoğrafına   bakınca, o iki Jandarma astsubayı  acaba ne düşünüyorlardı diye aklımdan geçti?...

Paris 1968
Hayatımda bir başka  “Mayıs”  var... Fransa’da, Paris’teki 1968 Mayıs Öğrenci Olayları... Ben, o günlerde UNICEF Temsilcisi olarak Paris’te idim. Önce masum gençlik hareketleri  “Kızıl Danny”  lakaplı Daniel Cohn-Bendit vb... tahrikleriyle çığrından çıkmış, Paris’in özellikle sol kıyısı, CRS denilen Cumhuriyet Muhafızlarıyla öğrenciler arasında kanlı arbedelere dönüşmüştü. Biz  “sağ kıyıda”  yaşıyorduk ama  “Krimojen”  göz yaşartıcı bombaların ve polislere yerlerden sökülüp atılan, demir gider kapaklarının sesleri  “burjuvalar” semti Neuiilly’ye kadar ulaşıyordu... Yüreğimiz ağızlarımızda idi. O sırada Paris’te öğrenci genç kızımız Ayşegül, öğrencilerin arasında olayların tam ortasındaydı!

Paris’e girmek çıkmak mümkün değildi. Bir askerlik arkadaşımın o sırada Paris’te bulunan annesi ve eşi bana emanettiler. Paris’ten çıkamıyorlar ve saat başı beni telefonla arayıp  “Nümayişçiler apartmanın önündeler, kurtarın bizi” diye yalvarıyorlardı... Oraya gitmek imkânım ve durumum da yoktu..

Nihayet de Gaulle ve Paraşütçüler olayı bastırdılar. Champs Elysee de Turizm ve Tanıtma Büromuzun balkonundan  “Vive de Gaulle”  diye bağırarak generali alkışladık... Kızımız üzüntü içindeydi... Ama yıllar geçtikten sonra o da burjuva oluverdi...
Ama o, Paris 1968 olaylarının sonrasında bütün dünyada ve Türkiye’de de 70’li fırtınalı yıllar çıktı!

+++++

Karagöz Kolleksiyonundan
25 Mayıs 1931

Hâlâ mı
böyle şeylere inananlar var!

Cuma gecesi kıyamet kopacak diye haberler çıkınca milleti bir telaş almış. Karagöz de bu konuyu kapağına taşımış... Hacivat ile Karagöz arasında bu konuda aşağıdaki konuşma geçer...
Hacivat: Baksana şunlara, kıyamet kopacak diye düşünüp titreşiyorlar!
Karagöz: Bu sıkıntılı zamanda para kazanmanın yolunu arayacaklarına böyle saçma laflara kapılıp miskin miskin otururlarsa asıl kıyamet kendi başlarına kopacak haberleri yok. Martaval dinleyecek zamanda değil, çalışacak zamandayız yahu!

+++++

FIKRA
27 Mayıs’tan sonra Balmumcu Kışlası’na  “tıkılanlar arasında”  Bal Mahmut (Baler) da vardı. Dönemin en nüktedan, bal gibi tatlı bir siması! Memur, milletvekili değildi...  “Seni neden aldılar?” diye sorulunca, bir fıkra anlatırdı!
Bir ülkede fakir bir adam ve çaçaron eşi yaşarmış... Kadın boyuna,  “Herif, sünepe sünepe oturma... Saraya yanaş”  diye bastırır... Karısına  “Padişaha hediye götürmek gerek” der. Kadın  “canım, bahçede zerdali ağacı var. Zerdali topla, götür” diye emreder! Adam kılıbık; naçar, elinde zerdali sepeti sarayın kapısına varır! Kapının önünde bir cemi gafır beklemekte... Aralarına katılır. Nihayet kapılar açılır, adamları içeri alırlar ve zindana sokarlar. Meğer o kalabalık mahkûmlarmış! Adam, elinde zerdali sepeti, zindanda aylarca bekler... Padişah ölür. Yeni Padişah cülusunda genel af çıkaracak... Zindana gider ve mahkûmlara hangi maddeden yattıklarını sormaya başlar. Sıra bizim adama gelince  “Haşmetmeap zerdali maddesinden”  der... Yeni padişah anlamadım deyince, adam olayı anlatır. Padişah da çıkarın bunu diye emir verir. Adam hapisten çıktıktan sonra  “Bir daha büyük yanına yaklaşmayacağım... Zerdali yüzüne bakmayacağım”  diye tövbe eder!  “Bal”  Mahmut’un da suçu da Celal Bayar’a yakın olmaktı!
Ve bizler de yemin etmiştik;  “Buradan, Yassıada’dan bir kurtulalım, yassı kadayıfı bile yemeyeceğiz!”  diye...
Mahmut Baler tahliye edilirken, Balmumcu Kışlası’nın  “insan gibi insan” komutanı Albay Orhan Yapgu onlara,  “hakkınızı helal edin” dedi. Beni daha salıvermiyorlardı, ama oradaydım. Bal Mahmut  “Helal olsun albayım” dedi...

+++++

ÖZDEYİŞ
Sis yelpazeyle dağıtılmaz. Japonya Atasözü
Altın ateşle, kadın altınla, erkek kadınla imtihan edilir. ABD Atasözü.
Yalan dört nala gider, gerçek adım adım yürür,
fakat gene de vaktinde yetişir.
Norveç Atasözü
Taşı delen, suyun
kuvveti değil
damlaların
sürekliliğidir.
Brezilya Atasözü

Yazarın Diğer Yazıları