"Ulusal Egemenlik" ve turunculaşma

Türkiye’nin Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutladığı bu günlerde, iktidar partisinin hukuki olan kapatılma davasında yabancıları devreye sokmaya çalıştığı üzüntüyle izlenmektedir. Hukuki bir davada dışarıdan medet ummak, ulusal egemenliği ciddiye almamak, gurur ve haysiyet kırıcı bir şeydir.

Geçenlerde bir TV kanalında Sayın Sami Selçuk’un bir konuşmasına rastlamıştım. Prof. Dr. unvanını da alan bu emekli yargı mensubunun TCK’nın 301. Maddesinde yapılan değişikliğin milliyetçilikle ilgili bir konu olmadığını ve sadece hukuk sorunu olduğunu ifade etmesi doğrusu şaşırtıcıdır. Ancak, Sayın Selçuk’un diğer konuşma ve görüşleri hesaba katıldığında bu yadırganacak bir şey de değildir. Bir çok ülkede aynısı veya benzeri bulunan 301. Madde milli devletin kendini koruma reflekslerinden birisidir. Devletlerin de kendilerini koruma hakları vardır ve bunlar milletlerarası hukuk tarafından da teminat altına alınmıştır. 301. Maddede  “Türklük”  ifadesinin  “Türk Milleti”  şeklinde değiştirilmesi milli kimlikle ilgili kültürel bir konudur. Aslında 301, milli devlete karşı sürdürülen blok ve küresel çapta bir psikolojik savaşın kilometre taşıdır. Bunu diğer bazı uyum yasalarından, yasa ve anayasa değişikliklerinden ayrı düşünemeyiz. Kaldı ki; 301 dışında AB tarafından dayatılan bir çok teklifte Anadolu coğrafyasının milli kimliksizleştirilmesi hedef alınmakta; yeni azınlıklar ve sözde soykırımlar dayatılmaktadır. AB’yi bize göre “Türkiye”  değil; “Türk demokrasisi”  için bir şans olarak gören Sayın Selçuk’un bunları fark etmemesi mümkün değildir. Bazı hukukçuların içine düştüğü meslek taassubu bir çok kişi ve çevrede kendisini dışa vurmaktadır. Hukuk ve sosyal gerçek olan toplum birlikte düşünülmelidir. Hukuk, toplum içindir. Hukuk için hukuk düzenlenmez. Toplumda kamu düzenini sağlamak, hukuk devletini tesis etmek, fert ve devletin hak ve hürriyetlerini belirleyen hukuk, toplumun gerçekleriyle çelişmemelidir. Bazı alanlarda milletlerarası kabul görmüş prensiplerden faydalanmakla beraber hukuk, milli çizgiler taşımalı ve toplumla çelişmemelidir. Kimsenin milli kimliğini hukuk veremez; ancak, tescil edebilir. Anayasamızın 66. Maddesinde olduğu gibi...

Batı Trakya’da Türk ismi ve kimliği hukuken yıllardır yasaklanmış, bu zorlama karşısında bu soydaşlarımız Yunanlıların dediği gibi;  “Müslüman Yunanlı”  olmadıklarını,  “Türk”  olduklarını unutmamışlardır. Hukuki zorlama sosyolojik gerçeğin önüne geçememiştir. Bugün, milli kimlikle kavgası olan bazı küreselci ve teslimiyetçi çevrelerin Türk yerine Türkiyelilik kimliğini ileri sürmeleri aynı şekilde tutmayacaktır. Hukuken kabul edilse dahi... Aslında, 301. Maddeyi değiştirmek, toplumda gerginliği arttırmak ve topluma yönelmiş ağır bir tahriktir. Milletleşmeyi ortadan kaldırma amacını taşıyan bu anlayış, kabile, aşiret ve etnikliği milliyete rakip kılmaktır. İlkel etniklik örneğidir. Son yıllarda Türkiye’de ideal demokrasi yerine; küresel çıkarlara uygun hale sokulmaya çalışılan emperyal demokrasi denemeleri, demokrasimizi turunculaştırmaktadır. Turuncu devrimlerin yapılmasına müsait olmayan bu yapıda, ortak birliktelikler ve değerler dinamitlenmektedir. Farklılıklar kutsallaştırılmaktadır. Bu tezgâh AB üyeliğinin gereği ve demokratikleşme diye takdim edilmektedir. Güdülmek istenen ülkeler dışında, güden hâkim ülkelerde böyle garip demokratikleşme örnekleri göremiyoruz.

Yine değiştirilmek istenen 305. ve 318. Maddelerde ve 1982 Anayasası’nda geçen “milli yarar”, “milli menfaat”, “kamu yararı”, “vatan sevgisi”, “vatanın bölünmez bütünlüğü”  ve benzeri ifadelerin soyut bulunduğu belirtilmektedir.  Bunların belki birim piyasa fiyatı teşekkül etmediğinden bazılarına garip gelebilir. Ancak, bir çok ülke yasa ve anayasalarında bu ifadeler vardır. Bunlar soyut diye dışlanmamaktadır.

ABD’de çoğu eyaletlerde idam cezası yürürlüktedir. Suçlular bazen yakılır, bazen de zehirlenir. İdam cezası veren bir hakimin şu sözü dikkat çekicidir:  “Kamu vicdanı tatmin edilmeli”  Bu kamu vicdanı acaba ABD’de maddi nitelikli somut bir değer midir?

Yazarın Diğer Yazıları