Şiir Bahisleri:1 Mensur şiir...

Fatin Davut “Şiirin Sonu” (Hâtimetü’l-Eş’âr, İst. 1269/1853) diyeli 155 yıl olmuş. Muallim Nâcî’nin:
 “Erbâb-ı teşâur çoğalıp şâir azaldı
Yok öyle değil, şâirin ancak adı kaldı.”
beytinin üzerinden de bir buçuk asra yakın bir zaman geçmiş. Ama şiir hâlâ yaşıyor. Çünkü şiir insanlıkla yaşıttır ve insan var oldukça şiir de var olacaktır. Gayet tabii, şiir anlayışlarında zamanla değişiklikler olmuştur, olması da gerekir.
Öncelikle şu tespiti yapmama izin veriniz: Bir şiir vardır bir de nesir. Yani bir sözün şiir olabilmesi için ilk şart  “manzum”  olmasıdır. Bence şiire en büyük kötülüğü mensur sözü de şiir sayanlar yapmışlardır.
Diğer birçok hastalık gibi  “mensur şiir”  hastalığı da bize Batı’dan bulaşır. Fransız şair Aloysius Bertrand’ın (1807-1841)  “Gaspard de la Nuit” adlı eserini yayımlamasından sonra  “mensur şiir”  modasının etrafa yayıldığı malum...
Recaizade Mahmut Ekrem’in (1847-1914): “...Her güzel şey şiirdir: Ormanlarda kuşların hazin hazin ötüşü, derelerde suların latîf latîf çağlayışı hatta dağlarda kavalların garip garip aksedişi şiir olduğu gibi” diyerek şiiri basite indirgemesi ve hızını alamayarak “Her mevzûn ve mukaffâ lakırdı şiir olmak lâzım gelmez, her şiir mevzûn ve mukaffâ bulunmak iktizâ etmediği gibi” (Takdîr-i Elhân, İst. 1302/1886, s. 9-10) tarzında fetvâ vermesinden sonra birçok Edebiyât-ı Cedîde (Servet-i Fünûn) taraftarı zevatın mensur şiire yöneldiğini görüyoruz. Bunlardan Halit Ziya (1865-1945) mensûrelerini 1891’de “Mensur Şiirler”  adıyla yayımlayarak Türkçe’de bu türün isim babası olmuştur.
Halit Ziya, söz konusu eserinin önsözünde: “Bu makaleleri tevlid eden fikirler şâirâne olduğu için anlara Mensur Şiir nâmını vermek istedim. Şiiri vezin ve kâfiyede arayanların edecekleri i’tirâz indimde bir i’tirâz-ı hîç-â-hîç kalır.” diyerek akıl hocası Recaizade Mahmut Ekrem’in yolunda ilerlediğini belirtme ihtiyacı duymuştur.
Şimdi Halit Ziya’nın Mensur Şiir adı verdiği makalelerinden -parça bütünün habercisidir muktezasınca- bir paragraf sunuyoruz:
 “Şâir; semâlardan dökülen handelerle güler, sehâblardan, zulmetlerden saçılan giryelerle ağlar; çiçeklerden, çemenlerden çıkan râyihalarla mest olur; tabiatın letâfetlerine, zînetlerine karşı mebhût kalır bir mahlûk-ı ulvî, bir hiss-i mücessemdir.”
Peki, bu metinde şiiriyet nerede? Herhangi bir düz yazıdan ne farkı var bu ifadelerin?
Yaptığım araştırmalarda mensur şiirle ilgili en dikkat çekici yorumu “Cehennem Meyvası” adlı mensûrelerin müellifi Kaya Bilgegil’in (1921-1987) yapmış olduğunu gördüm:
 “Mensur şiir (poème en prose) vücûda getirilmesinin imkânını kabul edişimle hazırlanmaya başlanan bu kitap, en güzel şiirin mutlaka nazımla inşa edilebileceği kanaatine vardığım gün neşrolunuyor. Bu cümle, hiçbir zaman Shelley’in ” Hakîkî filozofi ifadenin manzum ve mensur olarak ayırt edilmesine cevaz vermez. Şâirin mûtad olan bazı şekiller altında hissiyâtını ifade etmesi şart değildir. Rûhundaki armoni sezildikten sonra, şeklin ehemmiyeti yoktur. “ fikrini reddettiğim zannını vermemelidir. Ancak, ruh armonisi, şeklî armoni içinde ifade edilmek imkânı bulursa, eserin çok üstün olacağı da muhakkaktır. An’anevî şekilde olmasa bile, her ruh hâlinin riyâzî bir beyan kisvesi bulması; şiir için şarttır.” (Cehennem Meyvası, İst. 1956, s. 39)
Mensur şiir konusunda en mutedil görüşün Kaya Bey’in bu söyledikleri olduğunu kaydettikten sonra sözü bağlayabiliriz.
Taş yerinde ağırdır, derler. Bence şiir de nesir de kendi yolunda ilerlemelidir. Şiirin bazı unsurlarından istifade edilerek vücuda getirilen mensur şiir türü, şiirin gelişmesine her hangi bir katkı sağlamamıştır. Aksine, serbest şiire kapı araladığı için şiir surunda bir gedik açılmasına sebep olmuştur...  

Yazarın Diğer Yazıları