Sizin esir Cumhuriyet

Türkiye 1923-2001 arasında “her alanda esir alınma denemelerine” rağmen “ayakta kalmayı” başardı. 2001-2008 arasında ise “elinde ne varsa sattığı gibi”, “her alanda yönetilir” hale de geldi


 “Anti-laik kesim” dediğimiz taraftan olduğunu söyleyen eski bir siyasetçi bana şunu söylüyor; “Cumhuriyet bu ülkeye ne getirdi? Cumhuriyet olduk da bağımsız mıyız? Yaşadığımız ekonomik bağımlılığın sebebi kurulan yapı değil mi?”
Onun fikrinde biri için Cumhuriyet kavramına karşı olmak ve ekonomik başarısızlığı Cumhuriyet ile özdeşleştirmeyi denemek gayet doğal...
Söylenenlerin “eleştiri” olması tarafını bir yana bırakıp aynı soruyu kendimize sorar ve üstüne biz bu insanlara “Cumhuriyeti neden anlatamadık”, “Bağımsızlığı neden ıskaladık” gibi soruları da eklersek, acaba nereye varabiliriz ?
Soru 1: Türkiye Cumhuriyeti nasıl bir yapı üzerine kuruldu?
Cevap 1: Koskoca bir imparatorluğun dağıldığı, topraklarının işgal edildiği bir ortamda; ekonomik anlayışı tam bağımsızlık, siyasi çimentosu “Ne mutlu Türk’üm diyene” olan “yeni bir ülke” meydana getirildi.
Soru 2: Peki değişen, özellikle küreselleşen yeni dünya düzeninde “ekonomide bağımsız olmak”, ilk günlerde hedeflendiği gibi mümkün mü?
Cevap 2: Yeni dünya düzeninde, dünya genelinde yayılan liberal tez sayesinde; yapı, sisteme hâkim olanların, sisteme dahil olanların varlıklarını ele geçirmesi sürecine dönüştü. Dünya, küreselleşenler ve küreselleştirilenler olarak ikiye ayrıldı.  İlk gün hedeflendiği kadar “bağımsız” olmak mümkün, tek şart; sistemi doğru anlamak ve sisteme “entegre oluyorum” başlığı altında “yem olmamak.” Örnek: Bize bankacılık sektörünün yüzde 100’ünü yabancılara açın diye baskı yapan Almanya’da bu oran yüzde 5.
Soru 3: Değişen ve küreselleşen dünyada bana göre “sözde büyür görünen” Türkiye, “İyi yolda ilerliyor” denebilir mi?
Cevap 3: “Mükemmel” olduğu iddia edilen yapının üzerine kurulduğu üç temel ayak var; ithal tüketim ile büyüme, sıcak para, borçlanma-borç öteleme. Peki Türkiye’nin rakibi sayılabilecek ülkelerde durum nasıl? Söz konusu ülkeler büyüme ve sağlam ekonomiye geçiş programlarını üç temel ayak üzerine bina ediyorlar; borç konsolidasyonu, üretim ve doğrudan sermaye. Türkiye’ye bu gerçekler ışığında bakınca durum çok net: Türkiye borçlanmayı marifet sayıp, “Aman ne güzel borçlanıyorum” diye sevinirken, diğerleri borçlarını akılcı planlar ile konsolide edip, en azından yeniden borçlanmadan doğrudan sermaye girişini özendiren tedbirler alıyorlar. Türkiye ise yeniden, yeniden borçlanarak, üretim yerine ithalatı tetikleyerek, konsolidasyonu tabu haline getirerek adeta sahte bir gebelik yaşamaya devam ediyor.
Sonuç: Türkiye 1923-2001 arasında “her alanda esir alınma denemelerine” rağmen “ayakta kalmayı” başardı. 2001-2008 arasında ise “elinde ne varsa sattığı gibi”, ayakta kalmayı bırakın “1923-2001 arasında esir almak isteyenler” tarafından “her alanda yönetilir” hale geldi. Olaya bu açıdan bakınca özellikle 1923-2001 arasında “yapılan toplam borcun”, 2001 sonrası Cumhuriyet tarihinden fazla arttığı da düşünülünce ortaya çıkan çok net; Cumhuriyet’in değerlerini satıp, yok edip, ülkeyi borç batağına saplayıp sonra da “eleştirmek”, “İşte sizin Cumhuriyetiniz” demek çok ama çok kolay!
* Yiğit Bulut / Vatan

+++++++


Bir Saray düşü
Çankaya’da trilyonluk tadilatla yapılan ’değişiklikler’başbayanımızı tatmin etmemiş ki, gözünü Dolmabahçe ‘de sergilenen Osmanlı dönemi eşyalara dikmiş. Bu ara krallar-kraliçelerle fazla haşır neşir olan Hayrünisa Hanım’ı, Dolmabahçe esintisi çarpabilir. Madem illa tarihi eserleri ’kullanmak’ istiyor, Topkapı Sarayı O’na çok yakışır. Topbaş’ın lale bahçelerinde dolanır, Fatih Köşkü’nden boğazı seyreder, III. Ahmet Kütüphanesi’nde kitap okur, Arapçası var Osmanlıca’yı da söker. Abdullah Bey, MGK’yı Divan’da toplar. Böylece kafesten, devletlü eşinin ülkeye nasıl hükmettiğini izleyip, Emine Hanım’ı çatlatır. Arap Kral’ın hediyesi de neymiş, Kaşıkçı Elması’nı takar yakasına basar havasını....

Başbayan’ın tarihi oyuncakları
HAYRÜNNİSA Gül, Dolmabahçe Sarayı’nı gezdi. Burada beğendiği bazı objelerin fotoğrafını çektirdi. Görevliler, bunları, Çankaya Köşkü’ne isteyeceğini öğrendiler. Meclis yönetiminin gayri resmi olarak, ” Böyle bir girişimde bulunmayın “ mesajını Köşk’e ilettiğini öğrendim.
Hayrünnisa Hanım, bu mesajı dinlemeyerek fotoğrafını çektirdiği objeleri Meclis’ten istetti. Bunlar dönemin padişahları veya diğer saray halkı tarafından kullanılan sehpa, koltuk takımı, yazlıklarda kullanılabilen yatar kalkar tek kişilik koltuk, biblo, soba, avize, halı gibi objeler var. Tüm objelerin Osmanlı dönemine ait olduğunu anımsatmaya gerek yok.
Kulağıma gelen, konunun Köşk’le bir kez de karşılıklı konuşulduğu; objelerle ilgili detaylı bilgiler verilip, lisan-ı üslupla bunların yerinde kalmasının daha uygun olacağının anlatıldığı. Bildiğim kadarıyla, bugüne kadar Köşk’e, müzelerden Osmanlı dönemi eseri taşınmadı.
Bu yolla Köşk’e, ” Cumhuriyet’in sembolü “ vurgusu yapılmak istendi.
Şimdi bu girişimle iki şey yapılmış olacak. Köşk’e Osmanlı izleri taşınacak Yerinde ve halka açık sergilenmesi gereken objeler, ait olmadıkları mekanda ve halka kapalı bir alanda saklanacak.
* Şükrü Küçükşahin / Hürriyet


+++++++


Gül tarzı DDK
DDK’nın memuriyet stajını 39’unda uzman olarak yapan eski bakan çocuklarıyla çalıştırılacağını öğrendiğimizden beri merak etmiyoruz:
* * *
Abdullah Gül’ün Devlet Denetleme Kurulunu nasıl çalıştıracağı hep merak edildi.
* Okan Müderrisoğlu / Sabah

ALGI FARKI
POP SOSYOLOG
‘Mahalle baskısı’ kavramını yaratıp, kamplaşmanın sınırlarını sertleştiren müthiş toplum
* * *
Şerif Mardin, en büyük sosyal bilimcimizdir.  
* Taha Akyol / Milliyet


+++++++


Amiral gemisinden biri bir taş attı... Heveslileri atladı
Tarassut köpekleri
Ele verir talkımı, kendi yutar salkımı:
* *  *
Medyadaki ‘tarassut köpekleri’nin çoğu aslında birer ‘sahibinin sesi’dir! Bu yüzden de ‘Sahip’ler malı götürmekte, ama ‘köpek’ler başkalarına ve farklı noktalara havlamaktadır.
* Hasan Karakaya / Vakit


+++++++

Azarla bizi Amerika
Türkiye’de yaşanmakta olan yargı darbesinin ciddi bir sorun olduğunu Brüksel’de görev yapan yüksek seviyeli bir Amerikalı diplomat keskin bir ifadeyle anlatıyor:
Türk yargısı adeta asker gibi hareket ediyor. Birinin Türkiye’ye kuvvetler ayrılığı ne anlama geliyor anlatması gerek.... ” Kendimi tutamayıp “AB zaten o dersi veriyor, biraz da siz yüksek sesle konuşun diyorum” diplomatik nezaket sınırlarını zorlayarak. 
* Ömer Taşpınar / Sabah


+++++++


MİNİ YORUM
TRT “görevini” yapıyor
TRT “hükümetin verdiği görevi” harfiyen yapıyor. Şimdi de Kürtçe-Krmanca-Zazaca-Farsça yayın yapan bir kanal açıyorlar. ’Devlet-i alinin menfaatleri için’ gerekli gördükleri tasfiyeleri yapıyorlar. Bir grup gazetede bu konuda epey tecrübe edinmiş zevata program yaptırıp, hoşgörü dini olan İslamı ’ılımlı’bir üslupla sevdiriyorlar. Kadrolaşacacak bir tek boş koltuk kalmadığı için, geçmiş iktidarların arpalığını boşaltıyorlar...  Biz de pek işgüzarmışız yahu, ’görevini’ dört dörtlük yapan bu kurumla ne alıp veremediğimiz varsa...
* Selcan TAŞÇI

Yazarın Diğer Yazıları