Korku devleti yaratmak

Size, dinlemeye takılmadan açık ve net bir şey söyleyeyim mi?
Siyasi hayatımızda önemli kırılma noktaları sayılan darbelerin hemen tamamı şöyle ya da böyle milli bilincimizi bir biçimde tahrip etmiştir.
Bugün herkes dinlenmekten şikâyet ediyor.
Sayın Bahçeli  “korku devleti” kavramsallaştırmasını yaparak meseleye dikkat çekiyor.
Baykal, feveran halinde.
Neden?
Neden sorusunun elbette birden çok cevabı verilebilir ve elbette pek çok konu ile ilişkilendirilebilir. Hatta bu cevaplar ilişkilendirildikleri gerekçelerle temellendirilerek anlamlı bir bütün de oluşturulabilir. Ancak benim size sunacağım neden  “darbeler” dir.
Böyle bir kanaate hangi sebeple vardım;
söyleyeyim.
Türk siyasal hayatında siyasal süreci kökten değiştiren en önemli darbe 12 Eylül’dür.
 Bu darbe sonucu demokrasiye geçişle birlikte gelişen ve varlık bilinci edinerek toplum katmanlarında giderek yer edinen dolayısı ile kurumsallaşmaya çalışan bütün siyasi partiler parçalanmıştır.
Söz konusu parçalanmanın tesiri o kadar büyük olmuştur ki, ideoloji partileri bile  bu akıbetten kurtulamamıştır.
Sonuç?
Dini içerikle yüklü olarak topluma dayatılan 28 Şubat süreciyle, 12 Eylül’ün getirdiği parçalanmışlık, seçmen davranışlarını muhafazakârlığa yönlendirerek Türkiye’yi halen daha içinde bulunduğumuz, kurulduğu an iktidar olan parti yönetimiyle baş başa bırakmıştır.
İki genel seçim sonra siyasal alandan çekilen merkez sağ (AP-DYP-DP) geleneği darbeler ve sonrasında, önce çok parçalı hale gelmiş sonra da seçimleri üst üste kaybederek yok olmuş, ortaya çıkan yeni tablo ile farklı gelenekten gelen siyasetçiler iktidar olmuştur.
28 Şubat süreci, dini içerikle ilişkili sloganlar kullanarak rejime ve devlete düşman saydığı partiye tazyikte bulunurken kendince haklı ve pozitif, toplumca da negatif mesajlar verdiği için ister istemez düşman ilan ettiklerini iktidara taşımıştır.
Merkez sağ gibi dini içerikleri Cumhuriyet ile bütünleştiren ve aynı zamanda milliyetçiliği önceleyen DP-AP çizgisini tasfiye eden 28 Şubat süreci, 12 Eylül darbesinin dağıttığı siyasal anlam haritalarını büsbütün çökertmiştir. Merkez sağ olmayınca olmayan boşluktan doğan ve bir türlü de devlet geleneği ile uyuşamayan AKP, içinde bulunduğumuz Türkiye fotoğrafını yaratmıştır.
Şimdi “korku devleti”  kuruyor, yargıyla kavga ediyor, devlet aygıtının birbiriyle uyumlu çalışması gereken kurumlarını bütünleştireceği yerde karşı karşıyla getirme politikası üreterek belki de devlet damarlarını patlamaya zorluyorsa temelinde,  “sözde devlete sahip çıkıyorum”  diyerek işleyen siyasal sistemi darmadağın edenler vardır.
Herkes dinleniyormuş.
Üst düzey hâkimler, savcılar.
Genelkurmay gibi stratejik kurumlar.
Gazeteci ve yazarlar.
Toplum kaygılıymış.
Kimilerine bakılırsa da bu durum Türkiye’deki rejimin değiştiğine dair ön işaretlermiş.
Hepsi doğru.
12 Eylül ve akabinde gerçekleşen 28 Şubat süreciyle siyasal yapı ve siyasal işleyiş, hükümet etme biçimi değişti. AKP ile bu durum daha da
belirginleşti.
Türkiye, yeni basın patronları, bir gece belirsiz bir saatte tutuklama olayları ve en son olarak da mahremiyetin kalmadığı dinleme olayları ile başka bir düzleme getirildi.
İktidar, kimini dinliyor, kimini mahkemeye veriyor, kimini tutuklayıp içerde sorgusuz sualsiz aylarca bekletebiliyor.
Sanki II. Meşrutiyet geriye gelmiş gibi. Ortalığı muhafazakâr komitacılar yavaş yavaş sarıyor.
Bu haliyle AKP iktidarı, kısmi özgürlükler sunan tepeden inmeci (jakoben) bir iktidar.
Onu eleştirmeyeceksiniz.
Hicvetmeyeceksiniz.
Olmamış demeyeceksiniz.
Çiftçiyseniz ananız dile gelir, memursanız
sürülürsünüz. Gazeteciyseniz anında mahkemeye
verilirsiniz.
Bereket, kendileri sıfırdan bir sistem kurmadılar.
Eğer ben bu kadar yazabiliyorsam, bunu
geçmişten gelen ve halen daha değiştirilemeyen yasalara borçluyuz.

Yazarın Diğer Yazıları