Bunları bilmeden...

Kıbrıs meselesinin ne olduğuna bakmaksızın, bu meseleye gerçekçi bir teşhis koymaksızın  “uzlaşmadan”, “adil ve kalıcı bir anlaşmadan”, “son fırsattır” safsatasından bahsetmek ve gerçeklere dayanmayan bir zemin üzerinde “birleşme, bütünleşme” egzersizinden ümit beklemek hayal aleminde yaşamaktan başka bir şey değildir. 45 yıldır devam eden görüşmeler, masaya konan planlar ve öneriler bir sonuç getirmemişse bunun nedeni “gerçeklere bakmaksızın büyük devletlerin çıkarlarına hizmet edildiğinin bilincinde olmaksızın” kendi kendimizi aldatmakta olduğumuzu öğrenmemiş olduğumuzdandır.
Kıbrıs meselesi Yunanistan’ın Megali İdea doğrultusunda ONÜÇÜNCÜ adayı da almak ve Türkiye’yi kuşatarak Ege meselesinde kendi istediğine kavuşmak meselesidir. Şimdi denizaltı kaynakları da bahis konusu olunca “Tek Kıbrıs Cumhuriyeti’nin”  Mısır ve Yunanistan çizgisi ile “harmanlanacak alan” tamamen Türkiye’yi dışlayacak bir ortam yaratmaktadır. Stratejistler bu konuyu çok iyi değerlendirmektedirler, ancak Basın ve Medya bu konuları henüz millete duyurmak gereğini duymamaktadır. Lozan’da İngiliz gaspçıya bırakılmış olan Kıbrıs’ın - hiçbir zaman Yunan’ın olmamasına rağmen - “Yunan adasıdır” diye Yunanistan’a bağlanması için başlatılan girişimler karşısında Türkiye 1954’e kadar Lozan dengesini korumak için  “statükoyu” desteklemiştir. Yunanistan Kıbrıs meselesini  “Kıbrıs Halkının self-determinasyon hakkı olarak Enosis istemi ile”  BM Genel Kuruluna müracaat edince Türkiye  “ilgili taraflardan biri” olarak arenaya girmiş ve çeşitli evrelerden sonra Lozan dengesini koruyan  “Enosis’e ve çift Enosis’e kapalı, Garantilenmiş Ortaklık Cumhuriyeti” üzerinde anlaşmaya varılmıştır. TEK HALK oyunu o zamandan başlamıştır. Bugün Hristofyas TEK HALK üzerinde ısrarlıdır. Garantiler gerekmez demektedir. Her iki konuda da Yunanistan Hristofyas’ı desteklemektedir. Şimdi, hem Yunanistan hem de Rum tarafı ile destekleyicileri  “meseleyi Kıbrıslılar halletsin; dıştan kimse karışmasın” noktasında birleşmektedirler ve bizim içimizde de bazı  “iyi niyetliler”  bu kafileye katılmış bulunmaktadırlar. Bunun anlamı  “Türkiye karışmasın; Garantörlük lâğvedilsin; % 80 Rum’un karşısında % 20 Türk yalnız kalsın; sonuçta Kıbrıs’ta Rum Cumhuriyeti AB üyeliği ile Enosis’i tamamlamış olsun; Türk sahilleri 13. Yunan adası ile kapansın; Türkiye denizlere açık bir ülke olmaktan çıksın”  demektir. İsmet İnönü’nün 1965’de söylediklerini unutmayalım. Kıbrıs’tan Osman Örek’in başkanlığında gelen heyet İnönü’ye  “Artık dayanamıyoruz. Sabrımızın sonuna geldik. Bir aya kadar müdahale başlatılmazsa teslim olmaktan başka çare kalmamıştır” mealinde mesajlar vermekteydi. İnönü  “Vatan müdafaasında Türklersiniz; bu nedenle sizi destekliyor ve her ay yardım gönderiyoruz; sabrınız tükenmişse ve teslim olacaksanız, Türkiye’nin Kıbrıs davası sona ermiş olmaz, Türkiye Kıbrıs’ı Yunan’a Rum’a bırakmaz, bırakamaz, hatta Kıbrıs’ta tek bir Türk olmamış olsaydı dahi Türkiye Kıbrıs’ı Yunanistan’a bırakmazdı; meseleyi Atina’da hallederdik (savaşırdık Atina’ya kadar giderdik). Türk’ün sabrı vatan müdafaasında sona erdiği yerde yeniden başlar. Türk iseniz sabredersiniz” ! demişti. Her Kıbrıslı Türk bu milli sorumluluğu bilerek, bunu omuzlarında hissederek yaşamalıdır. Bugünlere bu şekilde gelindiğinin bilinci içinde olalım.
Evet, biz Türklük davasının hudut bekçiliği yapmanın gururu ve sorumluluğu ile yaşadık. Bizi Türkiye’den ayırmak isteyenlerin karşısında sıra dağlar gibi durduk. Dr. Küçük’ün deyimi ile “Türkiyesiz var olamayacağımızın bilinci içinde her konuda Anavatanla el ele yürüdük. Bu nedenle bugün kendi Devletimizde hür ve korkusuz olarak yaşamaktayız. Bugün bütün uğraş bizi Türkiye’den ayırmak, devletimizi yok addederek “Kıbrıs’ı birleştirdik” diye bayram yaparken 13. Yunan adası ile Türkiye’yi köşeye sıkıştırıp Ege meselesinde Yunanistan’ı zafere ulaştırmaktır. Kendimize gelecek miyiz? “Kıbrıslılar”  olarak bu Yunan tuzağına girecek miyiz? Cevap HAYIR ve bin defa HAYIR olmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları