Yine aynı hikâye

Annan Planı’na  “Evet” deyip Kıbrıs Türklerine de  “Evet”  dedirtenlerden bazıları (Sn. Talat dahil) Rumlar tarafından aldatıldıklarını itiraf edebilmişlerdir. Bazıları ise bu tarihi hatanın sorumlusu olarak “günah keçisi” olarak beni göstermeye devam ediyor. Bunlar arasında deneyimli diplomat dostumuz Sayın İlter Türkmen de var. 10 Mart tarihli Hürriyet gazetesinde yayımlanan yazısında  “Güvenlik Konseyi’nin bir başka önemli kararı, Mart 2003’te  Annan Planı’nın Lahey toplantısında Türk tarafınca reddedilmesinden sonra aldığı 1475 tarihli karardır. Bunda, Kıbrıs Türk liderinin olumsuz yaklaşımı yüzünden, adanın birleşmesini sağlayacak Annan Planı’nın  Kıbrıslı Türkler ve Rumlar tarafından bir referandumda engellendiği ve dolayısıyla 16 Nisan 2003’ten önce bir çözüme varılmasına artık imkân kalmadığı belirtiliyordu”   diyor.
Lahey’de  Papadopulos da benim gibi  “Planı tartışma için zaman” istiyordu. Papadopulos ek olarak referanduma razı olabilmek için Türkiye’den orada, Lahey’de, referandumda varılacak sonuç ne olursa olsun Türkiye’nin bunu uygulayacağı yönünde garanti istiyordu. Türk delegeler böyle bir garantinin ancak uzlaşma metni ortaya çıktıktan sonra TBMM tarafından verilebileceğini duyuruyor ve Papadopulos’un talebini reddediyordu. Lord Hanney bu durum karşısında (Rum tarafının her şeye rağmen referandumda evet diyeceğine inanmışlardan biri olarak, (Denktaş’ın da devletinden ve egemenlikten vazgeçmeyeceğinden emin olduğu için)  “görüşmeleri kes ve Denktaş’ı suçla”  sonucunu sağladı. Genel Sekreter, raporunda beni suçlamakla beraber Papadopulos’un da referanduma hazır olmadığını belirtmekten geri kalmadı. Ancak bu önemsiz ayrıcalıklar Annan Planı’na evet diyen ve dedirtenleri pek ilgilendirmemektedir. Onlar vicdanen sorumluluk duygularını  “günah keçisi”  arayıp bularak hafifletmektedirler.
Annan Planı Lahey’den sonra iki veya üç defa daha tadil edilmiştir. Demek ki ben bu planı Lahey’de onaylamamakta ve görüşme için zaman istemekte haklıymışım. Ancak Annan Planı’nın Türkiye açısından en büyük eksiği veya aksaklığı 1960 Antlaşmaları ile Türkiye’ye verilmiş olan en temel bir hakkın yok farz edilmesi idi. Bu hak Kıbrıs’ın Türkiye’nin de üye olmadığı bir kuruluşa giremeyeceğiydi. Bu konuda veto hakkımız vardı. Yunanistan’la birleşme olamazdı. Şimdi dolaylı bir şekilde bizi uzlaştırıp birleştirdikten sonra Kıbrıs AB üyesi olacak, Türkiye de buna seyirci kalacaktı. 1960 Antlaşmalarının öngördüğü Türk-Yunan dengesi böylelikle Yunanistan’ın lehine bozuluyordu. Garanti Antlaşması deliniyordu. Zaten Rumların AB’ye üyelik müracaatının tek nedeni bu siyasi avantajı elde etmekti. Ben buna  “evet”  diyemezdim. TBMM’de oybirliğiyle alınmış kararlar, Sn. Demirel ile yapmış olduğum protokol anlaşmaları buna engeldi. Rahmetli Ecevit’le yaptığımız bir açıklamayla AB’ye “Siz Rum idaresini Kıbrıs olarak üye yaptığınız takdirde, Türkiye de KKTC ile ayni esaslar dahilinde entegrasyona gider” mesajını vermiştik. Ortada bunlar varken ve Rumların AB’ye üyelik nedenleri bu kadar aşikârken, ben Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki en önemli bir hak ve yetkisini Rum’la birleşerek ortadan kaldıramazdım. Elimi kesseler imzalamam demiştim. Hâlâaynı inançtayım. Lahey’de fırsat kaçırıldığını savunanlar herhalde Türkiye’nin Garanti Antlaşması’nı umursamamakta ve  “Kıbrıs’ın değil, sadece Rum ortağın üye olduğunu” savunmak gerektiğini idrak edememektedirler. AB Kıbrıs’ın tümünü istiyorsa KKTC’yi adam yerine, devlet yerine koyarak onunla müzakereye başlamalı ve Kıbrıs, Türkiye tam üye olduğunda tümüyle üye olabilmelidir. AB’nin geçerliliği kabul edilen uluslararası antlaşmalarla Türkiye’ye ve Kıbrıs Türklerine verilmiş olan hakları yok farz etmek hak ve yetkisi yoktur. Kıbrıs’ta başlatılmak istenilen görüşmeler Türkiye’yi adadan söküp atmaya matuftur. Durdurulmalı ve TBMM’de oybirliğiyle alınmış olan milli görüşe, milli çizgiye dönülmelidir.

Yazarın Diğer Yazıları