Ne kızıyorsunuz; yabancılar bize karışır

Başka ülkelerin Türkiye’nin içişlerine karıştırılmasının temelinde hangi mantık ve nasıl bir devlet yönetim felsefesi var? Bırakınız koca devletleri, mesela Lüksemburg bile ülke içi yönetim sorunlarının çözümünde ülke dışı güçlerin karışmasını istemiyor, bu durumu onur meselesi yapabiliyor da Türkiye gibi geçmişi parlak bir ülkenin siyaset erbabı olan devlet yöneticileri başka ülkelerin Türkiye’nin siyasal sorunlarına karışmasını, hatta gerekirse baskı yapmaya varacak kadar ileri gitmesini onur meselesi, egemenlik ihlali, milli zafiyet vb. saymıyor?
Neden?
Bu sorunun cevabı Türk devlet felsefesiyle ilişkilendirilerek verilebilir.
Türk devlet geleneğinde ülkenin sahibi devleti yöneten iktidardır. Bu durumda han, kağan, sultan unvanı ne olursa olsun, idaresi altında bulundurduğu tüm coğrafyanın hem sahibi ve hem de yönetenidir. Dolayısı ile asıl egemen odur.
Halk?
Tebaadır.
Yani tabi olan, ait olan.
İşte bu devlet felsefesi zaman içinde saray içi entrikalarla iktidarın, dolayısıyla da devletin ve bağlı olarak da iş başındaki iktidarın kendisine ait olan ülke topraklarının elden çıkmaması için, ebedi iktidar adına çeşitli arayışları da beraberinde getirmiştir.
130’dan fazla devlet kurmamızın arka sayfaları saray içi entrikalarla devleti var eden ülke topraklarının kime nasıl paylaştırılacağı ve pek tabii olarak da elde bulunan toprağı kimin yöneteceği, bir başka ifadeyle de iktidar gücünün ne kadarının aynı sülalede, soyda kalacağının çekişmeleriyle doludur.
Hunlara bakınız: kuruluşu ile yıkılışı arasında bir asır yoktur.
Göktürkler de öyle. Ardından gelen pek çok devletin akıbeti de farklı değildir.
Herkes destanların öyküsünü bilir.
Oğuz Han topraklarını üç oğluna bölmüş, birini doğuya, birini batıya, öbürünü kuzeye göndermiştir.
Neden?
Çünkü Oğuz ölünce kalan mal oğullar arasında savaşa sebep olur da ondan.
Peki, bunu anladık.
Günümüzle ne ilgisi var?
Bu sorunun cevabından önce şunu hatırlamak lazımdır: Türk devlet felsefesinde “devletin ebed müddet” baki kalması için bir yol bulunmuştu.
Neydi o yol?
Şuydu: Selçuklu Devleti’ni Selçukoğullarının elinden kim alabilir? Ahalisi ve kurucu unsuru Türk olduğu için yine başka bir Türk soylu aile.
Öyleyse?
Öyleyse bunu önlemek için saray içinde güvenilir, sarayı ele geçiremeyecek bir saray bürokrasisi oluşturmak gerekir?
Selçuklular Nizam’ül Mülk başbakanlığında Fars kökenli saray bürokrasisini kurdular.
Osmanlı da aynı modele biraz daha gelişmiş yöntemler kullanarak uydu.
Seçkinler okulu Enderun vasıtasıyla devşirmelerden oluşan Müslümanlaştırılmış yabancılardan kurulu devlet bürokrasisi oluşturdular. Bu durumu bürokrasinin silahlı gücü olan yeniçeri ile de desteklediler. Bir ara “Devlet ebed müddet için kardeş katli gereklidir” fetvasını da alarak öldürmeleri İslamileştirdiler. Osmanlı mutlak yönetimi olan padişahlık yönetim sistemi, bürokrasiyi, devşirilmiş yabancıya verirken, sipahiye/Türk’e de, toprağın işletimini verdi.
İşte bu devlet kurgusu, sosyolojik olarak iki temel ayak üzerine inşa oldu. Saray yani hükümran, asıl patron, ebedi sahip, devşirip döndürerek, seçkin devlet okullarında okuttuktan sonra asimile ettiği başta Sırp asıllı yabancılar olmak üzere ötekileri ise sadece bürokrasiye vermiş olmadı. Aynı zamanda saray dışında kan bağından oluşan bir hısımlık-akrabalık arka bahçesi oluşturmuş oldu.
Sultanların evlilik ilişkileriyle Avrupa’nın pek çok kralı, Osmanlı şehzadelerinden pek çoğununun dedesi ya da dayısı olunca bir de toprak sahibinin ülke dışına olan bağımlılığı oluştu.
Mehmet Paşa’nın kendisi Osmanlı sarayında idi ama akrabaları Sırbistan’da idi. Aralarında dini bir yabancılaşma olsa da soydan gelen bir çekimle özel bir sıcaklık kaçınılmazdı.
İşte Türkiye’yi dışa bağlayan, dışarıdan gelenleri kendimizden sayan, hatta gerektiğinde dışarıdan bile destek alındığında içeride çok yabancılanmayan siyaset ve yönetim kodlarının temelinde bu antropolojik, sosyolojik olgular vardır.
Öyleyse neden İngiltere Başbakanı’nın ve/veya Fransız diplomatının Türkiye ile ilgili sözleri bizi incitsin?
Öteden beri bir tarafımız Avrupa değil mi?

Yazarın Diğer Yazıları