Tutuklamalar ve hapishaneler...

Gençliğimde, bir gün Sultanahmet Cezaevi’nin önünden geçiyorduk... Yanımdaki arkadaşıma; “Her şey olur, ama herhalde buralara girmem” dedim... Büyük söz söylemişim; hem de en ünlülerine, Yassıada’ya ve Balmumcu Kışlasına girdim.

Bir zamanlar...
Şimdi beş yıldızlı, lüks otel olan Sultanahmet Cezaevi’ne “solculuktan” tutuklanan hocamız, rahmetli Cami Baykurt’u ziyaret için girdim. Sevgili hocamız, Kurtuluş Savaşı esnasında Dâhiliye Vekilliği yapmış çok aydın bir kişi idi. Sonra Mustafa Kemal’le arası açıldı. Ünlü Redhouse İngilizce- Türkçe Lugat’ının editörlüğünü yaptı ve Robert Kolej’de hocamız oldu! Solcu idi ve savaş yıllarında onunla hararetli tartışmalara girerdik. O hoşgörü ile beni dinler “Olmaz, efendim, olmaz” derdi... Ben Savaşı Almanya’nın kazanacağından emindim. Almanlar Rusya’ya saldırınca, Turan’ın yolu açıldığı umuduyla sevinçli idim. Hocama “Hocam zafer artık bizim” ! dedim. Cami bey her zamanki sakin haliyle: “Sen sonuna bak oğlum!” dedi... Haklı çıktı!
Hocamız biz mezun olduktan sonra “solculuk” davasından, tutuklandı. Sultanahmet Cezaevine koydular. Arkadaşlarla ziyarete gittik. “Ne oldu hocam?” diye sorunca, tevekkülle; “Çocuklar avludaydık içeri aldılar” dedi...
Bugünlere denk düşüyor değil mi! “Kasablanka”  adlı meşhur filmde Fransız Polis şefinin sözü: “Her zamanki zanlıları toplayın!”

Tutuklanmalarım
İlk önce Robert Kolej’inde öğrenciyken bir günlüğüne tutuklandım...19 Mayıs 1942’de “Türkçü ve Turancılara” karşı bir “BÜYÜK GÖZALTI” operasyonu yapılmıştı! Ben de o zaman Rahmetli Alpaslan Türkeş’le birlikte Turancı Milliyetçi bir grubun içindeydim... Bu grubun organları, Reha Oğuz Türkkan’ın “ Gökbörü”, “Bozkurt”  dergilerine yazılar yazıyorum... Polisler beni de bir gece Kolej’den aldılar  ve o zaman Emniyet Müdürlüğü’nün bulunduğu, Sirkeci’deki Sansaryan Hanına götürdüler ve Polis Müdürü Ahmet Demir’in karşısına çıkardılar.  Demir beni elimden tuttu, hanın sonuncu katına çıkardı ve “Tabutluk” denen, üzerlerinde çok yüksek “wattlı” lambalar bulunan hücreleri gösterdi; “Bak” dedi “Ben babanın dostuyum... Git derslerine çalış, yoksa bir daha sefere seni de buralara sokarım” ! Babama da haber vermiş. Rahmetli, “Oğlum, milliyetçi olmandan çok memnunum ama sen önce şu okulu bitir” dedi. Bundan sonra yazı yazmaya devam ettim. Osman Tespihçioğlu imzasıyla... “Osman” göbek adım. Babam da bazen tespih çekerdi!

27 Mayıs 1960
27 Mayıs 1960 de Eskişehir’de, rahmetli Menderes’le birlikte tutuklanmam ve önce Harp Okuluna, sonra da Yassıada’ya tıkılmanın öyküsün önce yazmıştım... Yassıada denen cehennemi de! Bu adada 9 ay tevkif edilmeden dünyadan irtibatımız tamimiyle kesilmiş olarak, tevkif edilmeden resmen tutuklanmadan, bekletildik, savcılar tarafından sorguya çekildik... Sonra, bazılarımız salıverilmek üzere Balmumcu Kışlasına nakledildik... Umutla beklerken bir sabah elime anamın adını soran bir kâğıt verdiler... Resmen tutuklanmıştım! 
Sonradan öğrendiğime göre birileri benim tutuklanmamı ve yargılanmamı ısrarla istemişler!   Rahmetli Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur’la birlikte Yassıada’ya gene tıkıldık... Yüksek Adalet Divanı’nda yargılandım ve beraat ettim!
Yassıada koğuşlarındaki, hayat öyküleri anılarımda...
Dediğim gibi Yassıada’da radyo yok gazete yok sadece yakınlarımızdan sıkıca sansür edilmiş mektuplar alıyoruz... Ve cevap verebiliyoruz! Yargılamaların ne zaman başlayacağı başlıca kaygımız... Bazılarımız şifreli mektuplarla, mesela mevhum bir “Suzan kızımızın” sağlık durumunu soruyor ve bir şeyler öğrenmeye çalışıyorlardı. Bu sorulardan birine gelen cevap: “Caferler apartmanın tamamını istiyorlardı.  Albaylar bastırdı, ancak üçte birini alabildiler!” Anlamı; CHP iktidara talipti ama umutları boşa çıktı!
Ben de anama “Osman Dayımım imtihanı ne oldu?” diye sordum... Osman göbek adım olduğu için imtihanımın-yargılanmamın- ne zaman yapılacağını soruyordum! Zavallı anam şaşırmış, zavallı oğlum oynattı demiş. Çünkü Osman dayım çoktan ölmüştü!

Tünelciler
Balmumcu kışlası avlusunda volta atarken aramıza bazı adamlar getirdiler. Mana veremedik, sorduk: “Sizi neye tutukladılar” diye: “Biz tünelciyiz” dediler... Meğer Menderes âşığı bu Karadenizli takacılar, Kartal’da bir kahvede aralarına konuşuyorlarmış: “Ha buradan Yassıada’ya bir tünel kazak da Menderesi kurtarsak” diye. Kahvedekilerden biri ihbar etmiş ve ilgili makamlar  “Tünel nerde, başı nerde?” diye, ciddi ciddi biraz da sertçe, bu tünelcileri saatlerce sorgulamışlar! Ve hala tatmin olmadıkları için Balmumcu’ya getirmişler! Teşbihte hata olmaz! “Damdan düşenin halinden damdan düşen anlar.” Bu günlerde ben de, çoğu yakın dostum olan, “içeri alınanların” durumunu çok iyi anlıyorum. Buradan onlara, sevgili Hurşit Tolon Paşaya, Şener Eruygur Paşaya, Veli Küçük Paşa’ya, diğer albaylara, yüzbaşılara, Vedat Yenerer’e ve de sevgili Mustafa Balbay’a sevgilerimi gönderiyor, sabır, metanet diliyorum! Ufuk Büyükçelebi’ye de geçmiş olsun diyorum. Sonunda, “Keser dönüyor sapını vuruyor.”  

+++++

ÖZDEYİŞ

“Ancak hapishane hücremde, çürümüş samanlarla dolu döşekte yatarken, içimdeki Allah’ı hissetmeye başladım. Yavaş yavaş anlamaya başladım ki, kötü ile iyiyi ayıran çizgi, bütün insanların kalplerinden geçer...”        
ALEXANDER SOLJENITZIN

Yazarın Diğer Yazıları