Polisin hayatı, çelik yelekten ucuz mu?

ABD’nin, ’güvenlik açısından kritik’ bir bölgede olduğu için, Ortadoğu’daki en ’girilmez’ konsolosluk binası olan, İstinye’deki 83 milyon dolarlık “kale”yi koruyan polislerimizin elinde sadece tabanca vardı


İSTANBUL’da terörist saldırı nedeniyle şehit düşen polislerin ardından ağıt yakmak, onlara karşı olan görevlerimizi yaptığımızı göstermez.
Ağlamak iyidir, insanı rahatlatır. Cenazelerde nutuk atmak da bir şeydir, nutku atan kendisini akşam televizyondan izlerken gururlanabilir. Ama bunlar yetmez.
Şu soruları da sormalıyız kendimize. O gencecik polisler neden öldü? Ölmeleri önlenebilir miydi?
Bu soruların yanıtlarını bulursak, bundan sonra polislerin ölüp gitmelerini önleriz. Şehitler de öldükleriyle kalmazlar, başka polislerin yaşamlarını kurtarmış
olurlar.
Gazeteler yazdı: ABD, Ortadoğu’daki en güvenli konsolosluk binasını İstinye’de inşa ettirmek için 83 milyon dolar harcamış. Neden? Herhalde  “şan olsun”  diye değil. Güvenlik açısından o konsolosluğun kritik bir bölgede bulunduğundan harcadı bu
parayı.
Peki, böyle bir yerin kapısını beklesin diye koyduğunuz polise kurşun geçirmez yelek vermek kimsenin aklına neden gelmedi? Polis hayatı, çelik yelekten daha ucuz diye mi?
83 milyon dolarlık bir kaleyi bekleyen gariban polisin elinde bir tane tabanca vardı.
Sokaklarda yürürken karakolların önünde bekleyen polislerin ellerinde otomatik silahlar görüyorum. Böyle hassas yerlerde görev yapan polislerden o tür silahlar neden esirgeniyor? O polisin elinde otomatik silah olsaydı, saldırı bu kadar uzun sürebilir miydi, üç polisten hiç olmazsa birinin hayatı kurtulur muydu?
İçişleri Bakanı bu soruyu da kendisine bir sorsun bakalım.
*  Mehmet Y.Yılmaz/ Hurriyet


+++++


ABD’den ithal cenaze
ALPARSLAN, Malazgirt’ten Anadolu’nun fethine başladığında 1071 yılıydı.
Yani neresinden baksanız on asra yakın bir süredir, bu topraklarda Türkler bir devlet organizasyonu içinde olmuşlar.
Selçuklu’yu ve sonrasındaki dağınıklığı saymasak ve “Anadolu’daki Türk devletinin tarihini” Osmanlı’dan başlatsak bu da yaklaşık yedi yüzyıla karşılık
geliyor.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın internet sitesi ise ordumuzun tarihini Mete Han’a dayandırıyor. Yani 2 bin 200 yıllık bir geçmişi var, askeri gelenek ve göreneklerimizin.
Bu süre boyunca kaç şehit verildiğini, kaç kere tören düzenlendiğini ise sanıyorum ki sayabilme olanağımız asla olmayacak.
Dün televizyonda şehit polisler için düzenlenen töreni izlerken hatırladım bu geçmişi.
Fonda Amerikan askeri cenazelerinde trompet ile çalan bir melodi yükseliyordu.
 “Taps”  adı verilen ve Amerikan geleneklerinde önce  “yat borusu” olarak çalınan sonraları askeri cenaze törenlerinde kullanılan bir boru sesi!
Tarihimizi iki bin küsur yıl geriye dayandırıyoruz ama şehit cenazelerinde çaldığımız müziğin geçmişi yüz yıl bile değil ve ABD’den ithal!
Beni rahatsız eden bu durum, sizi de rahatsız ediyor mu?


+++++



GÜNÜN SORUSU
Türkiye’nin ABD’deki bir Başkonsolosluğu’na baskın olsaydı. Üç ABD polisi ölseydi; Türk
görevliler ise kapıları kapatıp kaçsaydı...ABD hükümeti
Türkiye’ye ne yapardı?
*  Mustafa Mutlu


+++++



TATİLCİ
Taha dükkânı açtı
Nerelerdeydiniz Taha Bey? Size ve üreteceğiniz o derin teorilere, vereceğiniz kehanet tadındaki bilgilere en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde yokluğunuzu hissettik.  “Son birkaç yıldır olağanüstü ağır yükler taşıyıp duruyorum. Haftada 11 yazı Yeni Şafak’a, haftada iki İngilizce yazı Today’s Zaman’a yazıyor, haftada bir atv’ye, iki haftada bir de 24 kanalına program yapıyor, hafta içi her akşam Kanal-7 ’Haber Saati’nde yorumlarla izleyici karşısına çıkıyorum”  diye yazmışsınız; içim parçalandı. Sizdeki nasıl bir kafadır ki hepsine yetiyor? Bari ’emeğiniz’in karşılığını alıyor musunuz? Keşke şunca kurumun kenarına size ödedikleri ’bedel’leri de iliştiriverseydiniz.


+++++


Hangi canlıların burnu daha iyi koku alıyordu?
Hasan Abi takipte
Vakit’ten Hasan Karakaya’nın aşağıdaki satırlarından sonra bize düşen Türk polisine hayati önemdeki çağrıyı yapmıaktır. Polis teşkilatı, “derin” sorunları çözmek için Hasan Abi’yi kullanabilir. Burnu iyi koku alır, iyi iz sürer. Tabii biz de O’nun yalancısıyız: “ 7 ve 8 Temmuz’da patlamayan tabancalar, akmayan kanlar, 9 Temmuz’da patladı ve aktı! O halde buna bir kılıf bulunmalı ve ’üç polisimizin şehit edildiği’ kanlı saldırı ’Ergenekon’dan başka bir örgütün üzerine yıkılmalı’ydı!..Mesela, El Kaide’nin üstüne.. Mesela, dinci bir örgütün üzerine...  Sizi bilmem ama, ’silahların namluları’ndan benim burnuma ’Ergenekon kokusu’ geliyor. Hemde üretilmiş senaryolardan çıkan ’çakma’ ve ’dandik’ bir koku değil, gerçek bir koku...”


+++++


Kutsal İttifak
Ahmet Altan,  “Yeni dostluklar, yeni ittifaklar, oluşturmak zorunda olduğumuz zamanlardan geçiyoruz...”  diye başlamış yazısına...
Sonra “dindar” okurlarından aldığı eleştirilere cevaben sormuş “Cinayet işlemek büyük günahken, cinayeti işleyenler Müslüman olunca sevaba mı giriyor?”
Yazının devamı bu cümlenin olası soruçlarını bertaraf eden bir ortaklık önerisi:
 “ Hep birlikte eziliyoruz bu ülkede.
İsterseniz... Bugünkü Kemalistlerin zorba görüşlerini aynen paylaşır dinci Kemalistler haline gelir ve Kemalistlerle iktidar için dövüşürsünüz.
Ya da hem kendiniz için hem de size benzemeyenler için demokrasi istersiniz...”
Liberal görünümlü AB-ABD mandacılarıyla,  “dinci”ler nasıl bir ortak cephe oluşturacakmış bekleyip görelim...


+++++


Bir varmış, bir yokmuş
Ordudaki darbe hazırlığı iddiaları karşısında çekimser bir tutum sergileyen Emekli Hilmi Özkök, sorumluluğunun gereğini yapmamakla suçlanıyor. Son olarak Cumhurbaşkanı ile görüşen Özkök’ün ’ben kasaptaki ete soğan doğramam “ ifadesi iddialar gibi eleştirileri de ciddiye almadığını gösterdi:
Konuşmalarını okudukça, Hilmi Paşa’yı anlamakta güçlük çekiyorum... Hele son açıklamasını anlamak olanaksız...

*

Hilmi Paşa’nın edebiyatçı olmadığı kesin... Politikacı mı?.. Hayır... Şair?.. Hiç değil...
Ama, gazeteciler Paşa’ya darbeyi sordukları zaman eski Genelkurmay Başkanımızın verdiği yanıta bakın:
” - Ne vardır, ne de yoktur diyorum... “
Bu kadar gizemli bir laf kime eski de olsa, yeni de olsa bir Genelkurmay Başkanına yakışmaz... Üstelik iddiaya göre, sorulan darbe Paşa’nın Genelkurmay Başkanlığı zamanında yaşanmış bir olgu... Ama darbe ne varmış.. Ne de yokmuş..  Yoksa  “bir varmış, bir yokmuş” la bezenmiş masal mı anlatılıyor?..

*

Bir genelkurmay başkanı, komutası altındaki ordunun her şeyinden sorumludur...
Her şeyi bilmek zorundadır...
Eğer Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanlığı döneminde bir darbe girişimi yaşanmışsa, komutan sorumludur...
Bugün Ergenekon davasında kimi yüksek komutanlar 2003-2004’te darbe hazırlamakla suçlanıyorlar... Sorumluluk yalnız darbe girişimini hazırlayan subaylarla sınırlı kalamaz... Komutan sorumluluktan kurtulamaz...
Hilmi Özkök Paşa darbe için ne diyor: “- Ne vardır, ne de yoktur diyorum...”
Olur mu canım... Böylesine hayal gücü, bir komutanda değil, uçuk bir şairde bile
bulunamaz..
*  İlhan Selçuk/ Cumhuriyet


+++++


Zırva tevil götürmez
Vakit diyor ki: Bir  “bar”da ve “barmen”lerle birlikte planlanan Danıştay cinayetini  “dinci”lerin üzerine yıkmaya çalışan kartel gazeteleri, şimdi de İstinye’deki polis kulübesine yapılan ve 3 polisimizin yehit olduğu saldırıyı “dinci örgüt”lerin üzerine yıkmaya çalışıyor. Kartelin bu tavrı,  “Ergenekon Terör Örgütü’nü aklama çabası” olarak yorumlanıyor.


+++++


Tuhaf yalanlama
Taraf, Hürriyet’in Ergenekon operasyonlarında ele geçirilen ve mahmekeye delil olarak sunulacak bilgisayar verilerinin bir kopyalarının sanıkları verilmesi zorunluluğunu yazdı. “Yasa veri kopyalarının sanık ve sanık vekillerine ’istenirse’verilmesini öngörüyor”  savunmasına sığınan Taraf, olur olmaz saatlerde, yaka-paça alınan sanıklarla-avuktları görüşene kadar geçecek zamanda delillerin karartılabilme ihtimalini sorgulamaktan kaçıyor mu yoksa?


+++++



MİNİ YORUM
Rahmet ve minnetle...
Bayrağımı astığım, vatanımı sevdiğim, devletimi koruduğum, İnancımdan başka güce eğilip bükülmediğim, ekmeğimi bölüştüğüm için öldüğüm ülkem... Bir şehidin ardından ‘nereye kadar’ ağlanır bilmiyorum. Ama asıl olanın O’nu hedef yapan değerlerle donanıp sonuna kadar dimdik yürüyebilmek olduğuna hala inanıyorum. Nihal Atsız’ın dilimize marş olmuş şiirindeki gibi hayat: Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından, Koşar adım gitmeli onların arkasından, Kahramanlık; içerek acı ölüm tasından, İleriye atılmak ve sonra dönmemektir... Başımız sağ olsun...
*  Selcan TAŞÇI 

Yazarın Diğer Yazıları