Taksim Anıtı'nı yanlış değerlendirenlere cevabımız

Sayın okurlarım, çoğumuz yaz günlerinin bir bölümünü, şehir hayatımızın bunaltıcı sıcağından kurtulmak için, imkânlarımızın ölçüsünde güzel yurdumuzun yazlıklarında geçiriyoruz. Cennet vatanımızın kaynaklarından yararlanarak, değişik yörelerimizdeki değişik görüşlü soydaşlarımızla söyleşiyoruz. Boş zamanlarımızı da değerlendirerek, okuma arzumuzu yerine getiriyoruz.
Bugün sizlere muhtelif yörelerimizde gördüğüm, şalvarlı ve yemenili eli öpülecek Türk analarından ve milliyetçi hassasiyetimizi rahatsız eden bir gazete haberinden bahsedeceğim.
Gün boyunca ürün toplayıp çapa yapmak üzere günün erken saatlerinde traktör römorklarında taşınan köy kadınlarımız, yaz sıcaklarına tahammül ederek geç saatlere kadar çalışarak, geçimlerine katkı sağlamaktadırlar. Kendi tarla ve bahçelerinde de, yörelerine ait her türlü sebze ve meyveleri yetiştirerek pazarlamaktadırlar.
Yurdumuzun en verimli ovalarından birisi, Türkçü Başbakanımız Şükrü Saraçoğlu’nun doğum yeri olan Ödemiş ilçemizin, mümbit ovasıdır. Her türlü sebze ve meyvenin en güzel örneklerini de haftalık Ödemiş Pazarı’nda toplu olarak görürsünüz. Üretilen her çeşit ürünlerin güzellikleri kadar onları üreterek pazaryerinde sergileyip bizlere sunan Ödemişli Türk analarının özelliklerinin güzellikleri de kayda değer.
Ödemiş Pazarı’nda, süzme bal satan yaşlı bir anayla aramızda geçen olayı, bir örnek olarak sizlere de sunmak istiyorum. Kendisinden biraz çok miktarda alacağım balı İstanbul’a götüreceğimden söz ederek, seçme becerimin olmadığını bildirdiğimde, Ödemişli köylü ana, “daha güzel süzme balın aynı sıradaki Fatma bacıda olduğunu” bana bildirerek, eli öpülecek Türk anasının gerçek örneğini, bizlere göstermişti.
Bu tarz davranışlara Anadolu’muzun her yöresinde karşılaşmış bir Aksakal olarak, köylü hanımlara daima “eli öpülecek Türk anaları” diye hitap etmeyi arzu ederim.
Ödemiş ilçemizdeki güzellikleri, İstiklal Harbimizin ilk kurşununu atan Ali Çetinkaya’mızın Ayvalık ilçesinde ve pazaryerlerinde, Çanakkale’mizin de Bayramiç ilçesinde ve zengin pazarında da gördüm ve Kaz Dağları’ndaki çağlayanlara da doyamadım. İşte beni dinlendiren Anadolu güzelliklerinden birkaçı.
Geçen hafta gazeteleri gözden geçirirken, beni çok fazla üzen bir sosyal konumuzu sizlerle paylaşmak istedim; çok satış yapan günlük gazetelerimizin birinde, “Taksim’de 80 yıldır komünizm propagandası yapılıyor!” başlıklı, Taksim Zafer Anıt’ımızın resimleriyle donatılmış bir sayfalık yazıyı, sonuna kadar okudum.
Her sosyal uygulamayı, “komünizmle bağlaştırma özentisi içinde görme hastalığına” yakalanmış bir yazarla da tanışmış oldum. Edirne yöremizin türküsü “Kızılcıklar oldu mu/Selelere doldu mu/ Gönderdiğim çoraplar/Ayağına oldu mu” türküsüne aynı gözlükle bakmış ve (“Kızılcık” ne demektir, “kızıl” demektir. Peki, “kızıl” ne demektir; “komünist”) diyerek, edebiyat metoduyla sosyolojik netice çıkarma yanlışlığına girmiş ve aynı metotla koca bir sayfayı doldurmuştur. İtalyan heykeltıraş Canonica tarafından 1928 yılının siyasi görüşlerini de içine alarak yapılan Taksim Zafer Anıtı’ndaki hepimizin bildiği yabancı uyruklu şahısları ele alarak bu çirkin ve yanlış başlıkla “Taksim’de 80 yıldır komünizm propagandası yapılıyor!” demek, toplumumuza karşı işlenen en büyük suçtur.
Bu suçu işleyen yazara da ben, ortaokul öğrencisiyken ezberlediğim Milli şairlerimizden Mithat Cemal Kuntay’ın “Heykeltıraş Canonica’ya” başlıklı şiirinin bir bölümünü cevap olarak gönderiyorum. “Herkes gibi elbette bilirsin onu kimdir?/ Ancak onu sen anlayamazsın, o bizimdir./ Bilmem ki bu ellerle o temsil edilir mi?/ Her ne ise malzemen taş mı, demir mi?”
Tanrı Türk’ü Korusun. 

Yazarın Diğer Yazıları