Hrant Dink cinayeti

Hrant Dink cinayetinin üzerinden beş yıl geçmesine birkaç gün kala İstanbul Özel Yetkili 14. Ağır Ceza Mahkemesi zanlının belli olduğu ve suçunu itiraf ettiği, zanlıyı bu suça teşvik eden kişinin belli olduğu ve suçunu inkar etmediği ve böyle bir cinayetin işleneceğini polise daha önce ihbar eden kişinin de yargılanırken geniş açıklamalarda bulunduğu davada oy birliği ile hüküm vermiştir. Ancak bu hüküm 14. Ağır Ceza Mahkemesi reisi dahil hiç kimseyi tatmin etmemiştir.
Doğrusu dışarıdan bakıldığında Dink cinayeti davası beş sene sürmemesi gereken kolay karar verilebilecek bir dava görünümü taşımaktadır. Suçlu bellidir. Suça azmettiren bellidir. İhbar eden bellidir. Polis, savcı ve mahkeme için geriye kalan “bu üçünün özellikle de ilk ikisinin arkasında başka örgütsel bağlar var mı” sorusu ile “ihbar olduğuna göre güvenlik güçleri içinde kimlerin ihbara gereken tepkiye vermedikleri için Dink’in öldürülmesine giden yolu açtıkları” sorusunun cevaplandırılmasıdır. Ancak görülen odur ki, cinayetten sonra geçen beş seneye rağmen mahkemenin önüne bu iki soru ile ilgili cevap gelmemiştir.
Sorun da verilen cezaların azlığı ile ilgili değildir. Ortaya çıkan tepki, “şu neden bu kadar ceza aldı” tepkisi değildir. Tepkinin nedeni dava ile yakından ilgili küçük fakat çok etkili bir baskı grubunun cinayetin bir örgüt ile bağlantısı olduğuna inanmaları, daha açık bir şekilde devlet ile bağlantılı bir örgütün cinayeti işlettiğini düşünmeleridir. Dink’in avukatları iki örgütten bahsetmektedirler. Bunlardan birisi cinayeti işleyenler arasındaki örgütlenme, diğeri ise üst örgüt dedikleri cinayetin ortamını hazırlayan, yönlendiren ve daha sonra delilleri karartarak gerçeğin ortaya çıkmasını engelleyen örgüt. Ancak bu örgütün/örgütlerin adları kimse tarafından ortaya konulmamaktadır. 
Burada asli görevin mahkemeye değil, polise ve savcıya düştüğü açıktır. Mahkeme sırasında yargıçların da gerçeği ortaya çıkarmak için araştırma yapmaları gerektiği hususu bu gerçeği ortadan kaldırmaz. Mahkemenin önüne bu iki sorunun cevabının, kademeli olarak polis ve savcı tarafından getirilmesi gerekmektedir. Üç ağır ceza hakiminden oluşan mahkeme heyeti anılan iki soru ile ilgili olarak önlerine somut bir cevap gelmediği kanaati ile karar vermişlerdir. Esasen verdiği hüküm savcı tarafından temyiz edildiği ve Yargıtay’a gideceği için davanın devam ettiği noktasından hareket ederek konuşmaması gereken mahkeme reisi Rüstem Eryılmaz’ın hükümden sonra yapmış olduğu “Ben de vicdanen tatmin olmadım” açıklaması, bir çok politikacı ve yazar tarafından çarptırılarak, yanlış yorumlanarak, eleştiri konusu yapılmıştır.
Oysa Rüstem Eryılmaz, açıklaması ile temel bir hukuk dersi vermiştir. Eryılmaz, yargıcın kanaati ne olur ise olsun, kanaatinin deliller ile desteklenmediği sürece subjektif kanaate göre karar veremeyeceğini açıklamıştır. Eryılmaz şöyle demektedir: “Bu karar örgüt yok anlamına gelmez, örgüt faaliyetleri çerçevesinde yeterli delil olmadığı anlamına gelir.” Doğrusu Türkiye’de hukuk adına son 10 yılda söylenmiş en önemli cümle budur.
Bir yargıç heyeti ya da en azından heyet başkanı Rüstem Eryılmaz, vicdanında, aklında belki aksini düşünmesine veya en azından şüphe etmesine rağmen kararını şüpheleri doğrultusunda değil, büyük bir toplumsal/siyasal baskıyı göz önüne alarak, somut delillere dayanarak karar vermiştir. Yargıç hüküm aşamasında ceza verebilmek için savcıdan farklı olarak yüzde yüz emin olmalıdır. Eğer içinde yüzde bir şüphe var ise bu şüphe sanık lehine kullanılır. Yargıçlık da budur.
Burada ilginç olan bir husus özel yetkili mahkemelerin sadece örgütlü suçlara bakma yetkilerinin olmasıdır. 14. Ağır Ceza Mahkemesi, suçun örgütsüz bir suç olduğu tespitini yaptığına göre Yargıtay’ın kararı bozması büyük bir ihtimaldir. Öte yandan Dink avukatlarının devlet içindeki örgüt, diğer çevrelerin ihmal yolu ile Dink’in öldürülmesine yol açtığı iddia edilen bürokratlar ile ilgili soruşturma, gerek mahkeme başkanı R. Eryılmaz’ın gerek, İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekilinin yaptığı açıklamalardan anlaşılmaktadır. Esasen Trabzon Jandarma Alay Komutanı görevi ihmal suçundan 10 ay hapse mahkum olmuştur. Ancak gazeteci Murat Yetkin, iktidarın polis ve idari yetkililer için soruşturma izni vermediğini söylüyor. Eğer bu doğru ise devam eden soruşturmalar hangi devlet görevlileri ile ilgili?
Peki, bu cinayette gerçekten bir örgüt var mıdır? Örneğin cinayeti işleyen ve azmettiren örgüt sayılmaz mı? Türk Ceza Kanunu örgüt için en az üç kişinin gerekli olduğunu söylüyor. Bir araya gelerek bir suçu örgütlenerek işlemek, örgüt anlamına gelmiyor. Örgüt için hiyerarşik yapı, süreklilik gibi hususlar aranıyor. Yani Dink’in avukatlarının alt örgüt iddiası çok zayıf. Belgeleri karartan, delilleri yok eden, davayı ekseninden çıkaran, kamu görevlilerinden oluşan bir üst örgüt var mı? Yargıtay’ın kararını beklemek gerekmekte.

Yazarın Diğer Yazıları