Abdullah Gül’ün itirafı!

AKP iktidarının Orta Doğu politikasının “yanlış”  olduğunu 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açıklaması, aslında yıllardan beri yapılan vahim hataların bir itirafı olarak değerlendirmek gerekiyor.

Üstüne üstlük, 12. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hazır bulunduğu bir iftarda yapılan açıklama, politikamızın derhal değiştirilmesini de adeta uyarıyor.

Meşhur bir Orta Doğu sözü olan  “Badül harap ül Basra”  yani  “Basra harap olduktan sonra” da ifade edildiği gibi; dış politikamızı değiştirme uyarısı sanki  “miadını” doldurmuş görünüyor.

Her ne kadar,  “zararın neresinden dönersen kârdır” sözü bir çıkış yolu işaret ediyorsa da, derhal  “barış”  için faaliyete geçmek öne çıkıyor.

Meşum  “Arap Baharı” nın ne yazık ki, fırtınalı kışlara döndürdüğü bazı Arap ülkelerinin çektiği acı ve duyduğu ızdırabı dindirmede, en önemli görev, geç kalınmasına rağmen yine de Türkiye’yi ilgilendiriyor.

“Orta Doğu politikamızı gözden geçirmekte fayda var”  uyarısını yapan Gül, aslında durumu  “ılımlı” bir şekilde izah etmeye çalışıyor.

Türkiye’nin  “barış”  için pozisyon almasının “bir değil, bin fayda” getireceği biliniyor.

11. Cumhurbaşkanı’nı 12. Cumhurbaşkanı dinlerken, aklından neler geçirdiğini düşünmek veya tahmin etmek bile insanı yoruyor.

11. Cumhurbaşkanı Gül’ün konuşması tarihi bir değer taşıyor.

Ne var ki, medyamız bu önemli ve uyarı dolu konuşmayı gereği gibi değerlendirmemiş bulunuyor.

Sütunumuza aldığımız konuşmanın tam metninin çok dikkatli incelenmesi icap ediyor:

“Henüz Orta Doğu’da Filistin meselesi çözülmemişken, kalıcı barış sağlanmamışken, İslam ülkelerinin kendi kendini tüketiyor olması gerçekten çok acıdır. Bu bakımdan inanıyorum ki; Türkiye olarak bu ülkelere yardımcı olmak durumundayız. Bunun için de şüphesiz ki; hepsiyle ilişkimizi geliştirmeliyiz. Libya’dan Mısır’a kadar, Yemen’den bütün Körfez ülkelerine kadar, nasıl bir zamanlar onlara ilham olduysak, yeniden bu ülkelere ilham olucu, yol gösterici olacağı bir duruma gelmek gerekir. Bu anlamda açıkçası, Orta Doğu ve Arap politikalarımızı daha gerçekçi bir şekilde gözden geçirmenin de faydalı olacağı kanaatindeyim. Çünkü bölgede başka bir gelişme de söz konusu. Büyük bir kaos ortaya çıkarsa, bu kaosun içerisinden çıkacak, hiç tahmin etmediğimiz sürprizlerle karşı karşıya kalabiliriz.”

Gül’ün son cümlesinde ima ettiği sürprizin kesinlikle hoş olmadığı hemen anlaşılıyor.

Bizim gibi milyonlarca kişi, aylardan beri AKP’nin Orta Doğu politikasını özellikle Suriye’ye karşı takınılan durumu eleştirirken, Türkiye’nin bir tür savaş hazırlığı içinde görülmesi, dehşetle izleniyor.

Sadece Suriye değil, Mısır hatta İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi Türkiye’yi bekliyor.

Kaldı ki, İran’la imzalanan  “nükleer anlaşma”  artık Orta Doğu’da dengeleri yeniden düzenleyecek bir ortam doğuruyor.

Her şeyden önce AKP iktidarının,  “mezhep eksenli”  politikasından süratle vaz geçmesi  “beklenti halini”  alıyor.

İran’ın Orta Doğu’da alacağı yeni rol, aynı zamanda Suriye’nin bir sigortası oluyor.

Öte yandan, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde topraklarından sürülen Türkmenlerin yürekler acısı durumuna, İran’ın el atması bile bekleniyor. Oysa, soydaşlarına bu insanlık görevini öncelikle Türkiye’nin yapması aynı zamanda sorumluluk yüklüyor.

Türkmenlerden söz edilmişken, geçen hafta ki “Kerkük petrolün kurbanı!”  yazımız üzerine Hüseyin Beyoğlu’nun gönderdiği hislerini ifade eden  “Petrol Olmasaydı”  şiirini yayınlamak da bize düşüyor.

 “Kerkük’te ’petrol olmasaydı / Bize yeterdi masmavi gökyüzü

Ve yurdumuzun ovası düzü / Kerkük’te petrol olmasaydı

Hüzün basmazdı TÜRKMENelimizi / Belki rahat bırakırlardı bizi

Kerkük’te petrol olmasaydı / Kaybolmazdı gülüşümüz yüzümüzden

Her gelen bir şey koparmazdı bizden / Kerkük’te petrol olmasaydı

Bunca insan boğazlanmazdı / Ve bunca yürek yanmazdı

Kerkük’te petrol olmasaydı”

Aslında; petrol sadece Kerkük’ü değil, bütün Orta Doğu’yu yakıp kavuruyor.

Yazarın Diğer Yazıları