Sahi neredeydi o ülkücüler?

Daha önceleri de dillendirmiştim… Ülkedeki hemen hemen her siyasî akım Cumhurbaşkanları, Başbakanlar çıkardı… Bir tek Türk milliyetçileri çıkaramadı…

Türk milliyetçilerinin partileri, bırakın birinci parti olmayı, hiçbir zaman ana muhalefet partisi bile olamadı… Oysa Türk devletinin kurucu felsefesi 'milliyetçilik' olmasına rağmen… Vatandaşların fert fert kendilerine tanımlarken 'milliyetçi' kimliğin diğer kimliklere nazaran bu kadar baskın olmasına rağmen…

Geçtik Cumhurbaşkanlığını, Başbakanlığı, ana muhalefet liderliğini, üç büyük şehirden birinde belediye başkanlığını bile kazanamadı milliyetçi bir aday…

Hem tarihin hem de talihin kırılması anlamında şimdi Ankara'da bir imkân var… 31 Mart'ta Mansur Yavaş'ın kazanması çok büyük kıymet taşıyacak… Milliyetçileri, ülkücüleri siyasetin ana unsuru, belirleyicisi olarak görmektense, dolgu malzemesi, kafasından çok kasları çalışan, ihtiyaç duyulduğunda 'amele pazarından toplanabilen' varlıklar olarak görmek isteyen anlayışa karşı gereken yapılmış olacak…

***

Ülkücüler hep cüzzamlı muamelesi gördü bugüne kadar… Yönetmesinler, yönetmeye talip olmasınlar, 'otopark'la sınırlı ufukları olsun… Ölmeye çağrıldıklarında koşa koşa gitsinler de yönetmek söz konusu olduğunda hadlerini bilsinler!..

Rektör olmasınlar, yüksek mahkeme başkanı olmasınlar,  genel müdür olmasınlar, bakan olmasınlar, bakan yardımcısı olmasınlar, daire başkanı hatta mümkünse şube müdürü de olmasınlar… Sermayeye hükmetmek ne demek, uzaktan bile bakamasınlar!..

Ama memleket dara düştüğünde "Nerede bu ülkücüler?" sorusunun mutlaka muhatabı olsunlar!.. Bir de uzman onbaşı, uzman çavuş, özel harekâtçı olsunlar!..

İşte Ankara'da bu utanç döngüsünü kırma zamanı geldi… Her kesimden insanın desteğini arkasına alan bir ülkücü, büyükşehir belediye başkanlığı eşiğinde… Bu anlamda sembolik bir anlam da taşıyacak bu başarı… Dar ufuklara hapsedilmiş, bundan sonrası için cesaretlenebileceği bir başarı hikâyesini arayan kardeşleri için…

***

Aşağıdaki satırları 24 Şubat 2017'de kaleme almıştım… Ülkücülerin yine ezildiği, TRT'ye eleman alınması için yapılan mülakatın sonuçları açıklandıktan sonra:

Rahmetli Galip Erdem yaşasaydı herhalde 'Ülkücünün Çilesi'ni yeniden yazardı... Hem de ciltlerce kaleme alırdı... Dağ gibi adamların işe girmek için siyasetçi kapılarında düştüğü hâllere şahit olsaydı, onlar kadar kahrolur ve derdini yine tarihe dökerdi... Hele 'Artık devlet bizim çizgimize geliyor' edebiyatını duyup da ülkücülerin hâlâ nasıl dışlandıklarını görseydi...

Rüzgâr karayel esince gündeme gelen "Nerede bu ülkücüler?" sorusu dünyanın gelmiş geçmiş en aşağılık sorusu... Normal zamanlarda sorulmaz çünkü, başlar sıkışınca sorulur... Normal zamanlarda nimetleri kapışmak için birbirlerini çiğneyip, ülkücüyü hiç hatırına getirmeyenler, derde düştüklerinde ona tehlikenin burçlarında 'nöbet' yazmayı ihmal etmezler...

Ölmeye gelince aranır ülkücüler, yönetmeye gelince değil... İsterler ki, Türk milliyetçiliği hep 'operasyonel' olsun, hep orada kalsın... Hep 'külfet'i taşısın... Ölüm riski, diğerlerine göre yüksek olan mesleklere nasıl da kabul ediyorlar ülkücüleri değil mi? Hem de adaletli, adaletli!..

Ülkücüler... Ölüm riski olmayan işlerde 'referansları yetmeyen' yalnızlar ordusu... Yayladan gelmiş gibi kırmızı yanaklı 20'li yaşlardaki çocukların, ihale kovaladıkları, listeler tanzim ettikleri şımarıklar dünyasında ayakta kalmaya çalışan sahipsizler...

***

İşte bunun için Mansur Yavaş Ankara'yı kazansın istiyorum… Başka hiçbir gerekçem olmasa bile, Çankaya Belediye Meclis Üyeliği listesinin birinci sırasına Hüseyin Özcan'ı koyması, nasıl bir vefayı, nasıl bir kardeşliği, nasıl bir hakkaniyeti yaşattığını gösteriyor…

Yazarın Diğer Yazıları