Lütfü Kırdar mütarekesi!

AKP ve CHP yöneticilerinin, Genel Başkanlarından onay alarak, belediye başkan adaylarına kabul ettirerek, bağımsız bir salonda, bağımsız ekipmanla, neredeyse referandumla belirlenmiş bir moderatörle, eşit soru ve süre esasına dayalı olarak yapılmasına "karar verdikleri(!)" televizyon programıyla ilgili olarak dün de yazdım, hâlâ aynı kanıdayım;

"Normal" olana, bu kadar "anormal" bir mücadele vererek ulaşıyor olmamızı trajikomik buluyorum.

"Olağan" olana böylesine "olağan dışı" bir süreçten geçerek ermeye çalışmamıza ne yalan söyleyeyim biraz bozuluyorum.

İktidar sahiplerinin "eski Türkiye" diye hor gördükleri, antidemokratik buldukları yıllarda dahi seçim dönemlerinde hemen her akşam başka bir kanalda görmeye alışık olduğumuz bir  "karşılıklı konuşma" programının yapılabiliyor olmasının memleket meselesine dönüşmüş olmasını -yadırgıyorum.

Trump ile Hamaney buluşmuyor ahali…

Esad ile Erdoğan değil ekranda karşı karşıya gelecek olan…

Bir BM'den gözlemci istemedikleri kaldı, sanırsın Lütfü Kırdar mütarekesi!

Biraz sakin.

***

Böyle yazdım diye hadiseyi aleladeleştirmeye çalıştığımı sanmayın.

Melih Gökçek-Kemal Kılıçdaroğlu yayınını saymazsak, son 17 yıldır neredeyse hiç yanaşılmamış bir "yüzleşme"nin nihayet yapılabiliyor olmasını önemsemiyor değilim; elbette önemsiyorum. "Haber değeri"nin elbette farkındayım. Hem Türk televizyon tarihinin hem de Türk siyasi tarihinin unutulmazları arasına gireceğine, ne şüphe…

Lakin, kendisini "demokratik" olarak tanımlayan bir ülkede, iktidar ile muhalefetin 10 yıldan uzun süredir hiçbir televizyon programında bir araya gelmemiş, getirilememiş olmasının, kampanyaların iktidarın büyük oranda bağımlılaştırdığı medya organlarından, elinde kendini ifade edebileceği sınırlı alan bulunan muhalefete "çamur at izi kalsın" taktiğiyle yüklenmesi biçiminde gerçekleşmiş, er meydanının atıl bırakılmış olmasının ayıbı ağır bastığı için zahir, tam sevinecek gibi olacakken kekremsi bir tat oturuveriyor dilimin ucuna; hepsi bu.

***

Söz konusu yayının emanet edildiği İsmail Küçükkaya'ya gelince…

Didem Arslan Yılmaz ve Hulki Cevizoğlu, bu "bomba yayının" belki de "pimini çeken isimler" olduklarından dolayı ikisinden birinin yahut ikisinin birden o ekranda olması şık olurdu; ama yiğidi öldür hakkını yeme, Cumhurbaşkanı'nın meydanlarda birden fazla kere hedef gösterdiği, kimi bakanların mikrofonlarını görünce saygı sınırlarını aşan bir tutumla tabiri caizse itip kakmaya çalıştığı, adil olmayan konjonktürel ucube cezalara uğrayan bir haber ekibinin parçası olarak, böylesi kritik bir anda "tercih edilmeyi" başarmak, gözleri varken görmeyenler, kulakları varken duymayanlar diyarında bu güveni yaratabilmiş olmak az buz iş değil; takdire de, tebriğe de değer.

"Üstesinden gelir" mi derseniz;

Her gün yaptığını, yani sadece "işini" yaparsa, inanıyorum; gelecektir bence!

Eşitliğin eşitsizliği

Binali Yıldırım ve Ekrem İmamoğlu'nun katılacağı canlı yayında taraflara eşit süre şartını anladım da "eşit soru" ne ola?

Ampüte atletle, bütün uzuvları yerinde olan bir başka atleti "eşit koşullarda" yarıştırabilir misiniz?

"Eşitlik" adına bir kadın işçiyi madene sokup, erkeğin taşıdığıyla aynı yükü taşımasını isteyebilir misiniz?

"Adalet"le örtüşmezse eşitsizlik de yaratabilir eşitleme girişimi.

Biri kendisini "seçilmiş ve temel hakları gasp edilmiş", diğeri ise "belki de seçilecekmiş ama ne olduğunu bilmediği bir şeylerin olması sonucu seçilmesi engellenmiş" olarak tanımlayan hem 31 Mart'a hem de 23 Haziran'a dair bambaşka iddialara sahip iki farklı adaya, bahsettiğime benzer bir "eşitleme"yle aynı soruları mı soracaktı Küçükkaya!

Hem tebrik etmek hem de aydınlanmak üzere aradım kendisini;

"İşin esasının iki adayın da kendisini eşit sürede, eşit şekilde ifade edebilmesi; ortak sorular da olur ama hepsi de kelimesi kelimesine aynı olmaz, üzerinde çalışıyoruz" dedi, içime su serpti.

SORU-YORUM

A Milli Takımımızı izlemek üzere İzlanda'ya uçan Gençlik ve Spor Bakanı'na eşlik eden Hakan Çelik, eğer o jete "kanka"lık kontenjanından değil de "gazetecilik" hasletlerinden ötürü davet edildiyse, Bakan Bey'e şu soruyu sorup sormayacağını merak ediyorum seyahatlerinde:

- Sayın Bakan, memleket ekonomik kriz halindeyken, gençler işsizlik intiharlarıyla kırılırken gerek var mıydı bu lükse; neden tarifeli uçakla değil de jetle gidiyoruz biz bu maçı izlemeye?..

 

Yazarın Diğer Yazıları