FETÖ perdesinde Hacivat-Karagöz!!!

Yaşamın her alanında olduğu gibi, siyasette de bazen her şey tersine dönüveriyor...

Yalnızca siyasetin "kullanma" yöntemlerinde değil, siyasetten nemalanma, siyasetten yandaş yaratma ve siyaseti "güç zehirlenmesi"ne dönüştürmenin rotalarında da ilginç değişimler oluyor...

Madalyonun bir de öbür yüzü var; yani siyasetin uğradığı kandırılma- kullanılma taaruzlarının çok vahim sonuçları...

Onların da farklı yansımaları son dönemde öylesine çarpıcı biçimde ortaya çıktı ki, arkasındaki vahamet, "devlette neyi- kime teslim ettik" sorusunu da çarpıcı biçimde gözler önüne seriyor...

Evet; özellikle Türkiye'de, halk arasında siyasetçilerin yakasına yapışan "yalancı" damgasını "saflık"la tersyüz eden bir değişim yaşanıyor ki, bu açmaz siyasette asıl hakimiyetin (!) ne hallere geldiğini de sorgular hale getiriyor. 

Çünkü kitleleri yönlendirmek ve ülkeleri yönetmek için yapılan siyaset Türkiye gibi ülkelerde rant için verilen mücadeleye dönüşünce, ne yazık ki arz - talep dengesindeki "çıkar çatışması" bazen devleti zayıflatıyor, bazen de siyasilere hiç olmadık güçler karşısında boyun eğdiriyor...

İşte o zaman da yapılan hataların sonuçları yalnızca siyaseti ve kitleleri değil, aynı zamanda devleti- milleti de vuruyor...

Üstelik bazen de çok kanlı biçimde!!! Yani, "darbe"yle, ihanetle ve kalkışmayla...

Diz dibinde köleler!!!

Konu boyun eğmek-eğdirmek ve bundan zehirli bir "güç" yaratmaksa, karşımıza çıkan figür çok tanıdık;

İşte Fethullah Gülen... İlkokulu bile dışarıdan bitirmiş bir emekli vaiz...

Psikolojik tedavi gördüğü konusunda gazetelere farklı yazılar da yansıdı Gülen'le ilgili...

Peki; devletin içinde paralel yapı oluşturacak kadar tehlikeli bir figür yaratmasını neye borçluydu acaba Gülen?.. Aslında çok iyi bir oyuncu muydu, yoksa bir hipnoz uzmanı mı?..

Nasıl oluyor da, çok önemli mevkilerdeki binlerce insanı dizinin dibinde oturacak hale getirdi FETÖ lideri?..

Bu öylesine dehşet verici ve adeta bulaşıcı bir hipnozdu ki, etkilemediği kimse kalmamıştı; Bakanlar, paşalar, bürokratlar, emniyet yetkilileri, yazarlar, gazeteciler, oyuncular, sanatçılar, futbolcular ve iş adamları... Yani çoğu okumuş-yazmış, önemli mevkilere de gelmiş binlerce bürokrat ve yüzbinlerce mürit...

Ve onlar sadece dizinin dibinde "elpençe divan" oturmadılar Gülen'in... Aynı zamanda dehşet verici bir hipnozun etkisiyle Gülen'den geriye kalan sofralarda ne varsa amansızca kapıştılar...

İşte FETÖ dava dosyalarına da yansıdı; Bardağındaki su, tabağındaki yemek artığı ve elini-ağzını silip bir kenara attığı peçete parçaları sanki kutsalmış gibi kapışılmış sofralarda... Peçetelerinden muskalar yapılmış, terli atletlerinden medet umulmuş Fethullah Gülen'in...

Gülen'in kendi çevresinde; kendinden geriye kalan artıklarla bile oluşturmaya çalıştığı çakma kutsiyet belli ki sarsıcı- düşündürücü ve dehşet verici bir dinci örgütlenmenin vahim sonucu...

Peki, onlar, yani okumuşu-cahili tüm müritler kandırıldı diyelim de, bunlarla mücadele etmesi gereken "devlet"in unsurlarının cahil cühela, tarikat- cemaat şeyhlerince kandırılma operasyonuna kurban gitmesine ne demeli?..

AKP'liler bunu itiraf etmediler mi, "ne istediler de vermedik" derken aynı zamanda "kandırıldık"larını açıklamadılar mı?..

Devletin "teslim" edildigi insanların; velhasıl, devleti yöneten (istihbaratından askerine, polisinden bürokratına kadar) her kesimden üst düzey yetkililerin kandırılmış olması ürkütücü bir vahameti gözler önüne sererken, akla hemen şu soru da gelmiyor mu?..

İlkokulu zor bitirmiş bir köy vaizinin, bu kadar "okumuş" adamı kandırabilmiş olması ne kadar büyük skandal değil mi?..

Eğilenler, yıprananlar!..

Konu devleti yönetenlerin ve siyasetçilerin yalnızca kandırılması meselesi değil...

Bir de kullanılmak, bir tarafa atılmak ve buna uzun süre sessiz kalmanın vahameti var ki, işte bu sorumsuzluğun çok sonrasında yapılan bazı itiraflar Türkiye'nin uzun süre kimler tarafından-nasıl yönetildiğinin acı bir tablosu olarak da karşımıza çıkıyor...

Baksanıza, Fethullah Gülen ile görüşmek için Pensilvanya'ya gittiği ortaya çıkan Ahmet Davutoğlu gerekçesini şöyle açıklamış;

"FETÖ elebaşının ikna edilerek Türkiye'ye getirilmesi gerektiği, en azından kontrol edilebileceği kanaati uyanınca, bunu sağlamak üzere Fethullah Gülen ile bir görüşme gerçekleştirdik. O da bizi 'vakti var' diye oyaladı. Gelip uyarıda bulundum, bu kişinin niyeti iyi değil, gelmeye niyeti yok, bizi oyalamaya çalışıyor dedim. Başbakan'a da bunu rapor ettim."

Konu yazının başından itibaren dikkat çekilen siyasetçilerin kandırılması meselesi olunca, kullanılmak da kaçınılmaz oluyor değil mi?..

Bu tartışmalar belli ki daha çok devam edecekken, 5 yıl bakanlık, 2 yıl da Başbakanlık yapan Ahmet Davutoğlu'nun kullanılmanın cenderesindeki açıklamasına ne demeli?..

Bir yandan FETÖ liderine gönderilerek adeta fişlenen, diğer yandan da başbakanken uzaktan kumanda (!) sıkıntısı yaşatılan Davutoğlu bugünlerde tıpkı Ali Babacan gibi parti kurmaya çalışırken yıprandıkça yıpranıyor...

Ve bu yıpranma, siyaset oyunları ile başbakanlık koltuğundan edilen Davutoğlu'nun birkaç gün önce yaptığı şu açıklamayla ne yazık ki zirveye ulaşıyor;

"Sen başbakan gibi görün ama başbakan olma, başbakanmış gibi yap ama yetki kullanma' dendi... Bunu benden Cumhurbaşkanı ve MKYK'da imza atanlar istiyordu..."

Gelelim sözün özüne... Devleti yönetenlerin bir köy imamı tarafından kandırıldığı bir ülkede; cemaat iktidarı, AKP ise kendi içindekileri kullanıp durmuş!!!

Oysa yaşamın her alanında dik durmak ne kadar yaşamsalmış değil mi?.. Peki; kimler ders alsın acaba yukarıdaki saptamalardan?.. Siyasiler mi halk mı?..

 

Yazarın Diğer Yazıları