Kimin gölünü, kimden kaçırıyorsunuz?

Türkiye ayçiçeği üretiminin yüzde 47'si, çeltik üretiminin yüzde 46'sı demek olan, ülkenin "Mutlak Korunacak Tarım Arazisi" en yüksek orana sahip coğrafyası Trakya'nın yeraltı sularını, dolayısıyla toprağı, dolayısıyla insanı nasıl zehirlediklerini gözleriyle görmüş, soluyarak hissetmiş biri olarak kalan son umudumu da Amazon ve Kongo Havzası'yla birlikte dünyanın üç, sadece üç longozundan biri olan, Türkiye'deki bütün kuş türlerinin yarısına yakının göç yolu, Türkiye'deki bütün memelilerin yüzde 57'sinin evi, 8'i BERN'e göre korunması gereken tür olan 30 çeşit balığın ve korunması gereken iki yaşamlı türlerin yuvası İğneada'ya layık göre göre "nükleer santral"i layık gördüklerinde kaybetmiş olduğumdan…

Çoğu siyasinin, çevre gönüllüsünün "gerekçe" olarak haykırdığı o "gerçek"lerin; yani Salda Gölü'nün "dünya'nın en temiz, Türkiye'nin ise en temiz gölü" oluşunun, "dünyanın en derin üçüncü, Türkiye'nin en derin gölü" oluşunun, "110 kuş türünün yaşam alanı oluşu"nun, "Uluslararası Doğayı Koruma Birliği tarafından koruma altına alınan kritik türlere ev sahipliği yapıyor oluşu"nun, "dünyanın, Mars'ın yüzey özelliklerini taşıyan iki bölgesinden biri oluşu"nun, ibret olsun diye elden ele yayılan "Aral Gölü" örneğinin hiiiç mi hiç umurlarında olmadığını defaatle tecrübe etmiş bulunduğumdan…

Ve dahi,  "Sit Alanı", "Özel Çevre Koruma Alanı", "mahkeme kararı" gibi frenleri bile boşalmış bir kamyonla seyre zorlandığımızdan…

 Mahkeme kararına rağmen, hali hazırda yeni bir dava başvurusu varken, imar planları kesinleşmeden, kentsel tasarım projeleri ve yapılaşmaya ilişkin uygulama projeleri dahi yapılmadan, bugün, yangından mal kaçırır gibi ihaleye çıkarılacak Salda Gölü konusunda verebilecek küçücük bile bir umudum yok size.

Sadece "umutsuzluğa yenilmeyin" diyebilirim;

Yoktan umut var edebilme özelliğini kanıtlamış bir milletiz nihayetinde!

Pes etmeyin, etmeyelim; Salda Gölü ve Türkiye'nin bütün diğer hazinelerini korumak için, oralara baktıkça dolar gören, Yuan gören, ruble gören, riyal gören haramilerle mücadeleye devam!

Yapabileceğiniz en işi şey "hiçbir şey"

Ne olur biri, "Salda Gölü'nün korunması ve gelecek nesillere ulaştırılması için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz" diyen Sayın Bakan'a söylesin; Salda Gölü'nün milyonlarca yıl boyunca var olabilmiş olmasının sebebi, insanoğlunun onunla ilgili herhangi bir gayret göstermemesi, elini değdirmemesi. Sayın Bakan da ifade ettiği niyette saimiyse; hiçbir şey yapmasın/yaptırmasın yeterli!

"Gazi'nin Patileri"ni kim katlediyor?

Örnekler, Üsküdar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Sevil Atasoy'un, tabiri caizse artık bir "klasik" haline gelmiş makalesinden:

"Vincente Verzini, on iki kadını öldürdüğü kariyerinin ilk becerilerini kedileri boğarak elde etmişti.

1883'te dünyaya gelen Peter Kürten ya da herkesçe bilinen adıyla "Düsseldorf Vampiri", her yaştan ve cinsten 50 kişiyi içeren cinayet listesine başlamadan çok önce, köpeklere, koyunlara işkence eden, onların ırzına geçen ve onları öldüren biri olarak tanınırdı.

15 yaşındaki Kobe canavarı Sakakibara, 11 yaşındaki Jun Hase'nin başını gövdesinden ayırmadan önce, kedi başı kesmiş, güvercinleri boğmuştu.

19 yaşına varmadan 5 çocuğu öldüren Christine Falling'in çocukluğu kedi cinayetleri ile doludur…"

Peki ben niye hatırlattım bu örnekleri?

Çünkü, -öyle sarhoşun ayyaşın cirit attığı tekinsiz bir sokak arasında filan değil- Ankara'nın göbeğinde, Hacı Bayram Veli Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi önünde bir kedi cinayeti işlendi geçenlerde. 3 aylık bebek bir kedi, tekmelendi. Gazi'nin Patileri (öğrenci topluluğu), yavru kediyi yaşatmak için hayli çaba sarf etti ama caniliğin yaraları hayli derindi.

Burası, "memlekette insan canının kıymeti ortadayken"le başlayan cümlelere hazırlananlar için:

Hayvana şiddet uygulayan her insan bir gün illaki insana da şiddet uygular diye bir "kural" yok ama "risk" var; psikologlar, sosyologlar, adli tıp uzmanları kanaat birliğiyle diyor ki;

"Hayvanları hedef alan şiddet  insana yönelik şiddete dair bir "risk faktörü"dür"

Dahası; "Hayvanları hedef alan şiddet bir 'davranış bozukluğu' belirtisidir."

Kaldı ki, olmasa ne fark eder!  Bir hayvanın katedilmiş olması da, en az potansiyel katil yahut tacizci değilse bile "ruh hastaları"nın kampüslerde kol gezdiği bilmek kadar ürkütücü değil mi!

Umarım üniversite yönetimi de öğrenciler kadar ciddiye alır bu olayı.

 

Yazarın Diğer Yazıları