Fetih ve kurtuluş!

Fetih ve kurtuluş! Bu da tuhaf. Senin olmayanı senin yaptın... Sonra geldi başkaları -içlerinde ilk sahipleri de var- işgal ettiler ve sen geri alıyorsun? Bunun adı kurtuluş mu, geri alış mı? Biz yine de "kurtuluş" diyeceğiz. Çünkü "Vatan" edindik. "Vatan" olunca, kaybedilen geri alındığında kurtarılmış olur.

İstanbul'un fethinin kutlanışında karadan gemi yürütenler, surlara savlet edenler olmuştu. Fetih kutlanmasın diyenler bile çıkmıştı.

Osmanlı'da "fetih" kutlaması yoktu. Kutlanma İttihat ve Terakki Fırkası zamanında başlamıştır. Sonra kutlama müsamereye döndü. Zaman zaman öyle bir hâle gelindi ki; dünya fethi için bir yol görmeye kadar gidildi. Mevcut iktidar zamanında yapılanlara bakarsanız, bir "Fatih" çıkarma çabasını görürsünüz.

Kutlamalarda dönüm noktası, fethin 500. yılı olan 1953 yılıdır. Sembol ise "Ayasofya"dır. İstanbul Fetih Cemiyeti (Kubbealtı Akademi bünyesinde) ve bazı dernekler kutlamalara öncülük etmişti. O dönemde akademik çalışmalarda İstanbul'un fethinin bize getirdikleri ve dünyaya ne getirip ne götürdüğü üzerinde ilmî makaleler yazılmıştı. (500. Yıl kutlamalarından bir yıl önce Ağustos 1952'de Serdengeçti Osman Yüksel'in "Serdengeçti" dergisinin 17. sayısında "Ayasofya" başlıklı hamasî yazısı gözleri ve gönülleri Ayasofya'ya çevireceği gibi, "Cumhuriyet/Mustafa Kemal" tartışmasını da alevlendirecekti. Serdengeçti, kendisini mahkemeye götüren bu yazısına "Ey İslam'ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!" diye girer. Beraatla neticelenen bu davada bilirkişi olarak İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu'nun yazdığı rapor önemli. Bugünkü savcı ve hâkimlerin okuması gereken bir rapor.)

İtilaf Devletleri, İstanbul'u 13 Kasım 1918'de fiilen, 16 Mart 1920'de resmen işgal etmişler, Padişah olduğu hâlde, Osmanlı Hükûmeti olduğu hâlde, kendi idarelerini kurmuşlardır. Bu vaziyette Padişah'ın ve Hükümet'in "kukla" olarak adlandırılıp adlandırılamayacağını sizlerin izanına bırakıyorum.

 Telgrafçı Manastırlı Hamdi, İstanbul'un işgalini adım adım Mustafa Kemal'e geçmiştir. M. Kemal, Nutuk'ta telgraf kayıtlarını yayınlamıştır.

İstiklal Savaşı sonunda, İstanbul, 6 Ekim 1923'te İtilaf Devletlerinden alındı. Teslim alındı demek daha doğru.

Yeni Türkiye'de, fetih değil, işgalcilerden alınış öne çıkarıldı. Osmanlı saltanatı bitmişti ve onu hatırlamamak, şuuraltının en diplerine itmek gerekirdi. Öyle de yapıldı. (İnönü döneminde, biraz biraz Osmanlı hatırlanmaya başlanacaktı.)

İzmir'in işgalinin öncüsü Venizelos, M. Kemal'le, İsmet İnönü'yle dostluk kursa da, Türkiye'ye gelip gitse de, Yunanistan'da, sonra, "İstanbul işgal altındadır!" kampanyası yürütülmüş ve 1937'de, bu kampanya bayağı bayağı alevlendirilmişti. Türkiye'de "Yunan dostlarımız" incinmesinler, taarruzu şiddetlendirmesinler diye, İstanbul'un alınışı kutlamaları ya yapılmamış ya es geçilmişti.(1931'de kapanan Türk Ocakları mensupları yine de surlara gidip kutlamalar yapıyorlardı!)

İstanbul'un işgalinin, çok insanı uyandırdığını ve Millî Mücadele Harekâtı'nın zaruretini ortaya koyduğunu da belirtmeliyiz.

İtilaf birlikleri, İstanbul'dan 2 Ekim 1923'de ayrılmışlar ve 6 Ekim 1923'te Türk birlikleri şehre girmişlerdir.

Kutlamalar, askerimizin İstanbul'a girişinden bir yıl sonra başlamıştır.

Taşlar yerli yerine oturmalı... Tarihimizin başlangıcından bugüne, Türk devletlerinin birbirinin devamı olduğu asla akıldan çıkarılmamalıdır.

 

Yazarın Diğer Yazıları