10 Kasım’da en çok hoşuma giden Genelkurmay’ın afişiydi

Nezaketini, zarafetini, bilgeliğini özledik diyorlar. Doğrusu bu hükümet zamanında özlenecek şeylerin en başında geliyor bunlar. Yıllardır kaba seslerle dolan kulaklarımız ve kaba görüntülerle rahatsız olan gözlerimiz gerçekten de birçok şeyinin yanında onun nezaketini, zarafetini bilgeliğini ve dehasını özledik.
Bu arada bir zeytin faciası yaşadık.
‘Ve’t-tîni ve’z-zeytûni ve tûri sînîn ve haze’l-beledü’l-emîn.’
Yani Tin suresinde Allah, zeytine -incire- atıfta bulunuyor. Çünkü incir yapraklarıyla örtünen Adem Peygamber ve gemide bulunan zeytin yaprağıyla müjdelenen Nuh Peygamber, Hazreti Musa’nın Sina Dağı’nda münacatta bulunduğu ve güvenli Mekke şehrine andolsun ki diyor.
Dikkat ediyor musunuz? Tabiat yapılan yanlışlar dolayısıyla bu ağaç düşmanı kabileden intikam alıyor. Bir polis gibi köylüleri döven ve kelepçeleyen güvenlikçiler işlerinden atılıyor, ormanların kesilmesiyle yollarını şaşıran yaban domuzları denizi geçip şehirlere yayılıyor. Burada küçük bir anı anlatmak isterim: Ben Çanakkale’de hastalandığım vakit, gece beni almaya gelen oğlum Malkara civarında 10 yaban domuzunun saldırısına maruz kalıyor. Arabanın önü parçalanıyor, domuzlar ölüyor. Domuzların yola çıkmasının sebebinin Istrancalar’da açılan yol için kesilen ağaçlardan olduğu söyleniyor... Sonra, Kur’an’da deniyor ki:  “Biz, gerçekten insanı en güzel şekilde yarattık, sonra onu aşağıların en aşağısı kıldık ve cehennemlik yaptık.” Bu sureyi bilmez mi bunlar, mealini okumazlar mı, biraz içleri titremez mi.  “Bunca deliller ortaya çıktıktan sonra, hesap gününü yalan saydırtan nedir?”

***

Bana öyle geliyor ki Kurtuluş Savaşı’nda halkımız nasıl Anadolu’nun her tarafında ayağa kalkıp musibetleri def etmişse; Maraş’tan, Urfa’dan, Antep’ten, Çanakkale’den def etmişse, şimdi de öyle olacak.
Zeytin ağaçlarını kesenlere ‘Allah belanızı versin’ diyen neneyi hatırlıyor musunuz? Başörtüsünün üstüne, başı üşümesin diye takke giymişti. Bizim oralarda kadınlar öyle yaparlar ve hepsi de ne kadar iyi konuşuyor, dertlerini nasıl güzel anlatıyordu. Bağırdıkları, kolundan tutup sarstıkları kaymakam, bağırma demekten başka bir şey yapamıyordu. Doğrusu tam bir köylü savaşıydı. Ve gördünüz, kazandılar. İhtiyar kadın tarlaların arkalarını gösteriyordu, ‘orada bomboş yerler var niye oraya yapmıyorsunuz’ diyordu.
Bizim köydeki evimiz yapılırken, biz bir tek zeytini korumak için çembere almıştık ama yol açanlar önündeki ağaçları yıkıp geçmişlerdi. İyi bir şey değil bu. Ondan sonra yeniden yolu genişletmeye kalktılar, bütün çevreciler ayaklandı. Başta ben olmak üzere. Mahkemeyi çevreciler kazandı. Şimdi daha dikkatli ve tedbirli davranıyorlar. Boş yerleri gözetiyorlar yol açmak için. Ayrıca, Ayvacık’ta açılan bir yol var, yığınla ağacın kesildiği bir yol. İnanın bomboş bir yol. Trafiği rahatlatmak için derseniz, gelip geçen de yok. Ben, İtalyan Rivierası’nda yılan gibi kıvrılan daracık yollar gördüm, kimse, değil ağaçlara yapraklara bile dokunmuyordu. Bizimkilerde bir tamirat, ilave etmek merakı var. Yeni bir daire almışlar da pimapen takıyor gibi.

***

Tayyip, 7 senedir kiralık bir dairede oturduğunu söylüyor. Kısıklı’daki köşkü ne yapalım? Bir kere daha yazmıştım. Boğaz’da oturan bir hanım yazar Münevver Ayaşlı bir kitabında; Menderes’in Boğaz’daki ağaçları kestiğini gören halkın, ‘bunun sonu iyi olmayacak’ dediklerini anlatır.
Yakında çok şeyler göreceğiz. Tabiatın intikamı bu kadarla kalmaz, hele Allah’ın intikamı hiç kalmaz.

Yazarın Diğer Yazıları