"10 metrekareye bir bakan" düşemiyor mu?

Dün itibarıyla, berberlere, kuaförlere, güzellik salonlarına gidenler kayıt altına alınıyormuş. Kimler, nasıl bir işlemden geçtiler, iletişim bilgileri neler… İnsanda 'saçımıza-sakalımıza kadar mı fişleniyoruz' hissi yaratmayan, her açıdan denetimi kolaylaştıran bir uygulama. Hem işletmelerin, hijyen, mesafe, yoğunluk kurallarına uyup uymadıklarını kontrol açısından, hem de muhtemel "yeni vaka"larda "filyasyon" yönetimini kolaylaştırmak, virüs zincirinin takibini sağlayabilmek açısından.

Ama ya AVM'ler?

İnsanların zaten randevulu geldiği, dolayısıyla gelen gidenin zaten üç aşağı beş yukarı belli olduğu berber-kuaförlerin insan trafiği ve o trafiğin olası neticeleri bu denli detaylı gözlenirken, dünkü kuyruklara bakınca bulaşma riskinin çok daha aşikar olduğu AVM'ler niye bu nevi bir denetimin dışında bırakılıyor acaba? Ateşi ölçüp, eline de bir doz dezenfektan fısfıslayınca "virüs geçirmez" yahut "virüs yaymaz" hale mi geliyormuş bünye?

***

Eğer öyleyse…

***

AVM'ler, 10 metrekareye bir kişi düşecek tenhalığı korudukları müddetçe, klima temizlikleri yapıldığı, dezenfekte işlemleri de aksatılmadığı sürece insan sağlığı için tehdit oluşturmaz dendi ve alışverişe açıldı.

10 metrekareye bir vekil düşürmenin çok daha kolay olduğu TBMM neden kapalı?

Ya Beştepe?

Bu kriterleri sağlamak hastalığın yayılımını önlemeye yetiyorsa, bakanlarla toplantılar neden "video konferans" yoluyla yapılıyor hâlâ?

Beştepe'deki o dev yapının da fiziki olarak AVM'lerden aşağı kalır yanı olmadığına göre; Cumhurbaşkanı, Yardımcısı, Danışmanı derken toplasan 20 kişiyi ferah ferah oturtacak bir yer yok değildir herhalde koskoca "külliye"de!

Bir zaman hatası olmasın Sırrı

HDP'nin eski başkanlarından Sırrı Süreyya Önder, "Bize aracı gönderen, kiminle çalışalım, nasıl çalışalım, şunu nasıl yapalım diye fikrimizi merak eden bir siyasi parti"derken kast ettiğinin "İYİ Parti" olduğunu söyledi. Karıştırıyor mu acaba?

***

Zira, İYİ Parti Sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu'nun, Önder'in İYİ Partililerin "kiminle çalışalım" diye kendilerine danıştıklarını iddia ettiği günlerde, partinin milletvekili adayı olarak yaptığı çok açık bir konuşma var:

"İrademizi kirletmesinler diye kimden oy istediğimizi söylüyorum. Devletine, milletine, bayrağına sadakatli olan herkesten oy istiyoruz. Memleketini ve milletini bir ve beraber bilen herkesten oy istiyoruz…"

"Ama terörle arasına mesafe koyamayanlardan oy istemiyoruz. Kandili meşru görenlerden oy istemiyoruz. PKK'yı meşru görenlerden oy istemiyoruz. Abdullah Öcalan'ı sevenlerden oy istemiyoruz. İmralı'yı meşru görenlerden oy istemiyoruz. Buralardan oy isteyerek kazanacağımız seçimdense, buradan gelmeyecek oylarla bin defa kaybetmeyi göze alırız. Buradan gelecek bir oy ile kazanmaktansa bin defa kaybetmeyi göze alıyoruz. Herkes haddini bilecek. Seçim kazanacağız diye, çocuklarımızın kanlarında parmak izi olanlardan ne oy istiyoruz ne de meşru görüyoruz. Bizi seçim kazanmak için her türlü yolu mübah görenlerden bellemeyesiniz…"

***

Bu konuşma seçimden sonra yapılmış olsa amiyane tabirle "kolpa" diyeceğim de…

Bir siyasi parti, başka bir siyasi partiyle, Sırrı Süreyya Önder'in iddia ettiği türden bir diyaloğu neden kurar?

Nihayetinde oylarını yahut etkisini arttırmak için değil mi?

O siyasi partinin yandaşlarından, taraftarlarından, seçmenlerinden oy değilse teveccüh kazanmak için…

E adam, seçimden önce, üstelik de İstanbul gibi "HDP oyu"nun hiç de az olmadığı, hatta bayağı fazla olduğu bir şehirde bas bas bağırmış "oyunuzu istemiyoruz" diye!

Bir mantık hatası yok mu bu işte?

***

Onun için diyorum…

Önder, yeri, zamanı, kişileri mi karıştırdı acaba…

Çünkü ne zaman böyle bir PKK'ya akıl sorma, PKK'dan akıl alma mevzu bahis olsa, siyasi iktidarın başı adına konuşma yetkisine sahip olduğunu söyleyen bir bürokratın, PKK'lılara "spesifik olarak düşmandır diyebilecekleri bir valinin, emniyet müdürünün bulunup bulunmadığını" sorduğu,  haklarında "örgüt mensubudur" diye görüş bulunduğu halde bir kısım PKK yandaşına radyo-tv ruhsatı verdiklerini bildirdiği o malum görüşme geliyor benim aklıma.

 O siyasi iktidar da İYİ Parti'nin değildi hatırladığım kadarıyla!

***

Ha bu arada…

Kimse bu satırları bir "kefalet belgesi" de saymasın.

Konu farklı gibi durmakla birlikte, daha dün yayınlamaya başladığımız yazı dizisinde bütün siyasi görüş, kurum, kuruluş, ideoloji, inançlara sızma kabiliyetine sahip arsız bir "zehirli sarmaşık"tan söz ediyoruz ya… Bütün diğer siyasi partiler gibi İYİ Parti'ye de kolunu uzatmış da olabilir o "sarmaşık" pekala. Günün sonunda eğer öyle bir "sızma"nın varlığı ortaya çıkarsa, yargısız infaz olmaz, parti yönetiminin "o kol"u koparıp koparmayacağına bakarak, konuşabiliriz ancak onu da!

 

dfs-004-001-011-001-001-001-002.jpg

Yazarın Diğer Yazıları